Yine güneşli bir okul sabahına annemin kızarttığı ekmek kokusu ile uyandım. Her ne kadar bir kaç saniye sonra odanın kapısından girip beni uyandırmaya geleceğini bilsem de şansımı her sabah olduğu gibi deneyerek yorganımı kafama geçirip gözlerimi yumarak son bir kaç saniyemin tadını çıkardım. Annem daha odama girmeden merdivenleri çıkarken 'Mehmet' diye seslenmeye başlamıştı. Odama girdiğinde yorganı yine kafamı çektiğimi görünce hem gülerek hemde hafif sinirli bir ses tonuyla 'Merak ediyorum ne zaman vaz geçeceksin acaba bunu yapmaktan' diye sitem etti. Bende yavaş yavaş kafamı yorganın altından çıkararak 'Anne bugün okula gitmesem olmaz mı? Hiç sevmiyorum okula gitmeyi' demeye başlamıştım. Her zamanki gibi benim bu sözlerime kulak asmadan, bir an önce giyinmeye başlıyayım diye yatağımın üstüne koymuştu. Odadan 'Hadi kahvaltıya in bir an önce geç kalacaksınız' diyerek çıktı. Bende hızlıca giyinerek merdivenleri inmeye başladım. Aşağıya indiğimde benim dışımda herkesin masada oturduğunu görünce şaşırdım demek bugün o kadarda geç kalmıştım. Biz evde annem, babam, ben, 2 kardeşlerim, anneannemler, babaannemler ve teyzemler ile yaşıyorduk. Bir de dayım vardı ama o denizci olduğundan dolayı çok fazla evde olmazdı. Sofraya oturmuş, geç kalmamak için kardeşlerim ile hızlı hızlı bir şeyler atıştırıyorduk. Kahvaltımız bitince herkese el sallayarak ayakkabılarımızı giymeğe gittiğimiz sırada annemde sefer taslarımızı almaya gitmişti. Tam elinde sefer taslarımız ile dönmüştü ki dışarıdan bir anda çok yüksek sesle bir gürültü kopmaya başladı. Babam hepimize sakin olmamızı ve kapıdan uzak durmamızı söyledikten sonra kapıyı açmaya gidiyordu ki kapımız çok gürültülü bir şekilde gümbürdemeye başladı. Eğer babam kapıyı açmak için bir daha geç kalsaydı kırılacak gibiydi. Kapıyı açtığı sırada karşısında 2 tane ellerinde silahlar bulunan asker bir de sarışın ve açık mavi gözlü bir devlet memuru görmeyi beklemeyen babam bir kaç saniyeliğine dona kaldı. O sırada devlet memuru konuşmaya başlamıştı bile. Babama dönerek bir kaç şey söylediği sırada, annemin ve teyzemin yüksek bir sesle ağlamaya başladıklarını gördüm. Devlet memuru sözlerini bitirdikten sonra arkasındaki askerlerden birinin 'Umarız talimatları anlamışsınızdır bizleri zor kullanmaya mecbur bırakmayın' diye eklediğini duydum. Sonrasında her şey fazlasıyla hızlı gelişmeye başladı. Kapının kapanış anından, evden ellerimizde en kısa sürede toplamayı başarabildiğimiz eşyalarla çıkarken arada geçen süre muhtemelen 2 ila 3 dakika arasındaydı. Annem hala ağlamasını tam olarak durduramamıştı, yaşlı anneannem, babaannem ve dedemler hala yaşanan şeyin şokundalardı. Neredeyse bütün şehri bir telaş kaplamıştı. Herkes kendi paçasını kurtarmak derdindeydi bu nedenle araba bulamadık. Ellerimizde çantalarımız, yaşlı ve yürümekte zorluk çeken aile büyüklerimizle iskelenin yolunu tuttuk. Dedemin 'Ben bu topraklarda doğdum, bu topraklarda büyüdüm ve bu topraklarda ölücem bırakın beni siz gidin' sözleri ise işimizi hiçte kolaylaştırmıyordu. Anneannem de hem hızlıca toparlayabildiği çantası bir elinde diğer eliyle de dedemi çekiştirerek yürümeye çalışıyordu.