Bunaldığımı hissettiğimde önümüzdeki ilk durakta inmek için kırmızı düğmeye bastım. Bir şey vardı, boğuyordu beni. Doğukan'dan uzak kalacak olmamdı beni boğan. Her ne kadar istemesem de bu ikimiz için de en iyisiydi.
Huylu huyundan vazgeçmezdi ki, vazgeçemezdi.
Doğukana yazmayı bırakalı iki hafta olmuştu. Bir yere gittiğim de yoktu, sadece ondan uzak durmak için başvurduğum bir yalandı bu sadece.
Otobüs durduğunda kendimi dışarı attım. Nedensizce dolmuş gözlerimi ellerimle ovuşturup karşıya geçmek için sağıma soluma baktım ve sokağın boş olduğunu fark ettiğimde hızla karşıya geçtim.
"Sen kimsin ya, hep etrafımda görüyorum?" diye tanıdık bir sesin mırıltısı geldi kulağıma. Telaşla arkama döndüğümde Doğukan'ın beni dikkatle incelediğini fark ettim. Dolmuş gözlerimden engel olmama fırsat kalmadan bir kaç damla yaş süzüldüğünde hızla tekrar arkama döndüm.
Nerden çıkmıştı bu bok kafalı? Ben ne güzel hafif hafif yağan yağmurun altında, ara sokaklarda yürüyerek sessizce ağlayacaktım, şimdi bu peşimi bırakmazdı ki, meraklının tekiydi.
"Rast geliyordur. Bilerek seni takip edecek değilim ya." cidden rast geliyordu, işimi gücümü bırakıp bu şerroyu takip edecek değildim ya.
"Adın ne?" diye sordu ben yürümeye başlayınca yanıma gelerek.
"Sanane?"
"Merak ettim işte. Söylesene." oflayıp ellerimle yanaklarımı sildim ve Doğuya döndüm.
"Zelal, adım, oldu mu?"
"Hı hı, oldu tabii. Hadi görüşürüz." diyerek benimle geldiği yolu geri yürüdü. Arkasından gülümseyip ara sokakları es geçerek kalabalık yerlere yöneldim. Ağlama isteğim yok olmuştu. Bu kadar konuşma bile yeterliydi beni mutlu etmeye işte.
__