6: "do you remember our elephants?"

866 121 70
                                    

Başımı iki yana sallayarak ona cevap vermemeyi seçtim. Yaptığı küçük arsızlık davranışı bile beni baştan başa etkileyebilmişti, en çok kalbimi. Ama ona bunu yapması için izin vermem hiçte doğru bir şey değildi. "Neyse, araştırmasını yapıp bunu bir kağıda geçirelim. Ben slaytı sen gittikten sonra hallederim."

Yere oturup bağdaş kurdum ve onun gelmesini bekledim. Kurduğum cümlenin absürtlüğünün can yakacak kadar garip olduğunu yalnızca benim hissettiğimi düşünüyordum. Geçen sene bu odada onunla birlikte, uyurduk bile. Şimdi kalkmış kendi evim olarak benimsemeye başladığım bu huzursuz evden onun gidecek olmasından bahsediyordum. Bu çok farklı hissettirmesinin yanı sıra karın boşluğumda büyük bir eksiklik hissi yaratmıştı.

Yanıma geldiğinde burnuma dolan kokusunun, o zamanında içki yerine sarhoşluk etkisi yaratan diğer bir şey haline gelmiş kokusu olduğunu anlamıştım. Kendisi bu kadar değişmişken, kokusu halâ aynı etkileyiciliğindeydi. Yalnızca daha fazla içime çekmek isteyip, oksijenden daha çok muhtaç olduğum bir yaşam kaynağı olmaya devam etmesini istediğim koku ayların ardından yeniden ciğerlerimdeydi. Ve bu beni yeniden ölü bir beden kılıyordu. "Dediklerimi yaz." diye söylendikten sonra telefonumu elime aldım ve ona bir kağıt ve kalem verdim.

Kalemi verirken bir şey oldu. Parmaklarım, beyaz teninin onu daha kutsal kıldığı eline dokundu. Saliselik bir olay, beni saatlerce ağlamaya teşvik etti. Bu kimisi için önemsizliğim ötesinde boş bir olaydı, ama kim benim kadar birini özlemiş olabilirdi? Yalnızca yutkunabildim. Küçücük bir dokunuş, bedenlerimiz bu kadar yakınken ona dokunan parmak uçlarımı yakıp kavurmuştı. Kendime gelmem gerekiyordu ama yolu bilmiyordum.

Gözlerini suratımda gezdirdiğini bilsem de yeni bir yok oluşu kaldıramayacağımdan ona bakmadım ve Naver'a Titanlar yazıp sonuçlara baktım. Dilimi dudaklarımda gezdirdikten sonra bulduğum en iyi sonuçlardan birini seçtim ve okumaya başladım.

Yalnızca kendi sesimi duyarken kokusunun hala burnumdan gitmediğini fark etmemle bir anlığına nefesim kesildi. Bunu fark etmemiş olmasını umarak okumaya devam ettim. Yazabilsin diye biraz yavaş okumaya özen gösteriyordum.

Kalemin kağıda sürtündükçe çıkardığı o garip ama rahatlıcı ses kesildiğinde gözlerimi telefon ekranından çekip, onun yüzüne çevirdim. "Neden yazmıyorsun?"

Yüzündeki mevsimleri değiştirecek güçteki küçük tebessümle açıktaki koluma baktığını fark ettim. Gözleri öylesine derin ve mutlu bakıyordu ki, kolumun olduğu yerde gözlerim olsun istedim. Kendi kolumu kıskandım, evet. Jeon Jungkook size kendi parçalarınızı bile kıskandırabilecek biriydi. "Jungkook? Beni duyuyor musun?"

İç çekişini duydum. "Fillerimizi hatırlıyor musun?"

Beynim bulunduğumuz odadan çıkıp çocukluğumuza döndüğünde elimin arasında duran telefonu sıkmıştım. Dudaklarım isteğim dışında kıvrılmıştı, gözlerimin dolmasına ise ramak kalmıştı.

Benim kolumda iki tane yan yana ben vardı, onun da bacağında. Bir gün onların altından etimi büktüğümde file dönüştüğünü fark etmiş ve gereksiz bir mutluluk yaşamıştım. Daha sonra da onun bacağında olduğunu gördüğümde ona da göstermiştim. Ne zaman üzgün olsa filimi ona gösterir, gülmesini sağlardım. Bizim fillerimiz, mutluluğumuzun anahtarlarından yalnızca biriydi. Bizim, fillerimiz.

"Hatırlıyorum..." Mırıldandığım sırada elinin koluma doğru yaklaştığını gördüm. "Ne yapıyorsun?"

Gözlerini gözlerime çıkardığında göz kapaklarımın titrediğini hissettim. Güneşin şu anda batıyor olması yerine doğuyor olması gerekmiyor muydu? Ben yeniden doğduğumu sanmıştım da. "Bir kez yapabilir miyim?" Ses tonu tatlı bir hale geldiğinde dişlerimi sıkmıştım çaktırmadan. Dik durmak için buna ihtiyacım vardı. "Hıhım."

snuff :: taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin