Uyandığımda aynadaki yansımamla göz göze geldim. Hiç bitmeyecek miydi bu kabuslar? Bitmek bilmeyen bir korku taşıyordum içimde ve sebebini bilmediğim.
Başımdaki ağrıyı umursamayarak kalkmaya çalıştım. Yorgan üzerimden yavaş yavaş kayarken tüm vücudum titremişti. Ayağa kalktığımda istemsizce bahçeye yöneldim. Biraz nefes almak, bu ruh halinden kurtulmak için en iyi yol olabilirdi.
Uzun süredir yalnızdım bu evde. Annemi üç sene önce kaybetmiştim. Acısı hiç eksilmeden hala içimdeydi, gün geçtikçe de büyüyordu sanki.
Dudaklarıma süzülen iki damla gözyaşını hissettiğimde daha fazla ağlamamak için gökyüzüne baktım. Annem istemezdi öyle hemen ağlamamı hatta çok kızardı. 'Güçlü ol, ışık saç etrafına!' derdi. Bu yüzden 'Güneş' koymuş adımı. Fakat Güneş olamamıştım, sevmezdim de zaten. Gülmezdim öyle, soğuk ve geçilmez duvarlarım vardı. Işık saçmak... Kendime bile yetmezken ışığım, onu nasıl saçabilirdim ki?
Saat beş olmasına rağmen güneş doğmamıştı ya da ben görmek istemiyordum. Gece kendimi bulabildiğim tek zaman dilimiydi. Yalnızlık, karanlık beni ürkütmüyordu aksine mutluydum. Benim mutluluğum çok farklıydı.
Soğuk ciğerlerimi yakarken usul usul içeriye girdim. Banyoya geçip suyu sonuna kadar açtım. Soğuk su damlaları tenimle buluşunca tamamen uyanmıştım. Çıkıp hızlı bir şekilde hazırlanırken gözüm yine saçlarıma takıldı.
Mavi ve kahverenginin tuhaf bir uyumu vardı saç tellerimde. Annemin ısrarı üzerine herkese saçımı boyattığımı söylerdim fakat birçok kez denememe rağmen boyayamadım, kalıcı olmadı. Sanki kendi kendine yenileniyormuş gibi iki saate kalmadan eski haline dönerdi.
Tüm eşyalarımın yanımda olup olmadığını kontrol ettikten sonra kapıya koştum. Evden çabucak çıkmalıydım ki yürümeye vaktim olsun. Ve sonunda yollardaydım. Unuttuğum bir şeyler var mı diye kendi kendime mırıldanmaya başladım.
'Telefon? Burada' (Ne işime yarayacaksa!)
'Anahtarlar? Burada'
'Kartlar? Onlar da burada. Son olarak...
'Sahte gülümseme? Neredeymiş? Ondan hiç kalmamış. Hadi ama Güneş!' diye yürürken istemeden gülüvermiştim.
Kulaklığımı takıp rastgele bir şarkı açtığımda hareketli bir parça denk geldi. Oysa hiç dinlemezdim. Kendimi ritme kaptırıp dans ederek yoluma devam ettim. Yani benim tabirimce dans etmek ama dışarıdan bakıldığında bir kanguru zıplamasını andırdığına adım gibi emindim. İnsanların bakışları da bunu doğruluyordu adeta.
Ve gelmiştim. Küçük, huzur veren dükkana girip bir bakındım. Kitaplar... İşte benim varlığım burasıydı. Kitapların tozunu alır, düzenler, gelenlerle ilgilenir, işim bittiğindeyse onları incelemeye başlardım.
Öğle vaktine kadar işlerim bitmiş kendimi yine romanların dünyasında kaybetmiştim. Beni bu dünyadan bir anda çekip çıkaran şey, bir kitabın yere düşmesi oldu. Fakat kafamı kaldırdığımda gördüğüm tek şey yemyeşil gözlerdi. Soğuk aynı zamanda sert.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AQUA & TERRA
Fantasyİki kabile vardı, birbirine kavuşmak isteyen... Biri su diğeri toprak halkı. Bir araya geldiklerinde çok güçlü olacaklardı. Tam da burada başlıyordu yazgıları. Yüzyıllar boyu süregelen birleşme çabalarına engel olan bir efsun vardı. Büyük bir efsun...