Dizlerimdeki titremeye engel olamıyordum. Derin derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Adımları bana doğru yaklaştıkça içimdeki kaçma isteği artıyordu fakat kendime kızarak beynime 'Cesur ol ve arkanı dön!' emrini veriyordum.
''Güneş!''
Sesi tekrar duyunca dizlerimdeki titreme tüm vücuduma yayılmıştı. Derinden ve kadifemsi bu ses tonu hem huzur vermiş hem de korkutmuştu. Ben bu çelişkilerle savaşırken bir anda önüme geçti. Gözlerini gözlerime sabitlediğinde irkilmiştim ve bir adım geri çekildim.
Pürüzsüz buğday teni, hafif kıvrımlı dudakları, loş ışıkta belli olduğu kadarıyla kumral dağınık saçları, belirgin yüz hatları ve gözleri... Kabus rengi yeşilliğinde gözleri...
Tüm hislerimi gizleyerek kaşlarımı kaldırıp dinliyorum bakışı attım.
''Bu dükkan...'' dedi. Kendine güvenen hatta ukala sayılabilecek bir ses tonuyla ''Burada mı çalışıyorsun?'' Manasız bulduğum bu soruya kafamla onaylayarak cevap verdim.
''Ben kitapları çok severim. Uzun süre kalıp kalamayacağımı soracaktım.'' dedi.
''Ne kadar istersen'' dedim ve hızlı adımlarla yanından uzaklaşmaya başladım. Arkamdan geliyor muydu bilmiyordum. Nedenini bilmesem de gözleri beni rahatsız etmişti. Kabuslarım gözlerimin önüne gelmek için çırpınıyordu. Hepsini hafızamın karanlık köşesine iterek bir şarkı mırıldanmaya başladım.
That green eyes.
You are the one that I wanted to find.
And anyone who tried to deny you...
Bir an önce eve kendimi atmak için hızlı adımlarla yer yer koşarak yolda ilerledim. 'Ne ara bu kadar korkak oldun sen?' diyerek kendime söyleniyordum. İki günde korku kotamı doldurmuştum. Bugün olanlar... Sahi bugün neler olmuştu öyle? Bilmediğim kelimeleri söyleyip durmuştum. Hem de oldukça anlamsız şeylerdi.
Bu düşüncelere dalıp yürürken sokak lambasının altında hıçkıra hıçkıra ağlayan, çelimsiz bir kız dikkatimi çekmişti. Ne yapacağımı bilemeden ona yöneldim. Yaklaştığımda kiremit rengi, küçük bir köpeğe sarıldığını fark ettim. ''Neyin var, ne oldu?'' diyerek yanına oturdum. Köpeğine daha sıkı sarılarak bana döndüğünde yüzündeki morlukları görmem kalbimin teklemesine sebep olmuştu.
Cevap vermeden tekrar önüne döndü. Kısa, sarı saçlarını okşamak için elimi kaldırdım fakat canını acıtmaktan korkuyordum. Dokunamadan elimi yumruk şeklinde kenetleyip dizime koydum. Bir süre bekledikten sonra ''Kalk gidiyoruz!'' dedim. Korkuyla bana dönüp kekeleyerek ''Ol... olmaz.'' dedi. Gözlerinin içine bakıp güven dolu bir sesle ''Bak!'' dedim. ''Evim biraz ilerde ve tek yaşıyorum. Bu kaldırım taşından daha güvenlidir. Belli ki canın acıyor. Güzel yüzün ne hale gelmiş. Hem...'' daha söyleyeceklerimi bitirmeden bir anda boynuma atlamıştı. Daha şiddetli ağlayarak bir şeyler söylüyordu ama anlayamamıştım. Sarılmasına karşılık vererek teselli etmeye çalışıyordum. Artık ben de kendimi tutamayarak ağlamaya başlamıştım. Yaklaşık beş dakika böyle kaldıktan sonra geri çekildim. Ellerimi yanaklarına koyarak parmaklarımla göz yaşlarını silmeye çalıştım. Kafasını biraz kaldırdığında ışık tam olarak yüzünü aydınlattı. Göz yaşları hala, yüzünü fazlasıyla güzelleştiren çillerinin üzerinden kayıp gidiyordu. Hızlı bir şekilde köpeğini kucağıma aldım ve kalkıp ''Şimdi gidiyoruz.'' dedim yarım bir gülümsemeyle.
Yol boyunca tek kelime etmeden küçük, tek katlı evimin önüne geldik. Karanlıkta zor da olsa önce kapıyı sonra ışıkları açtım. Çekinerek bir adım attı ve kafasını yere eğerek içeriye girdi. Köpeği bırakıp oturma odasını gösterdim. Hemen mutfağa geçip yiyecek bir şeyler hazırlamaya başlamıştım. Kafam karmakarışıktı ve canım acıyordu. Aqua'nın zarafeti neden ziyan olsun ki diyordum kendi kendime. Peki Terra ne demekti? İyi de ben bunları nereden biliyordum? Bu kıza kim, ne yapmıştı? Sorularıma cevap bulamayacağımı anlayınca gözlerimi devirdim. En azından şimdilik bulamayacaktım.
Masayı hazırladıktan sonra ''Yemek vaktiii.'' diye bağırarak odaya geçiyordum ki bir köşeye kıvrılıp uyuduklarını gördüm. Saatlerce izlenecek derecede masumlardı. Odama geçip bir yorgan, bir yastıkla geri göndüm. Güzelce üzerini örtüp bilgisayarımı almak için tekrar odama geçtim. Şimdi bir şeyler öğrenme vaktiydi. İlk arattığım şey: 'Kayıp Terra kimdir?' oldu. Fantastik bir romandan başka bir şey değildi. Bu kez Aqua'dan yola çıkarak yeni aramalar yaptım fakat yine sonuç sıfırdı. Sonunda arama motorum şizofren olabileceğime karar vermiş olacak ki sağ tarafta birkaç psikolog önerisi çıktı. ''Yok artık!'' diyerek bilgisayarı kapattım ve uykuya dalmaya çalıştım.
'Bu bir çağrı. Gök kızı tabiatla birleşecek.'
Beynimde yankılanarak tekrar eden bu sesle sıçrayarak uyandım. Düzensiz ve hızlı nefes alışımı dizginlemeye çalışıyordum. Yüzümü kapatan saçlarımı ellerimle geriye atarak telefonuma uzandım. Kahretsin! Alarmı duymamıştım. Hemen kalkarak yüzümü yıkadım. Aynaya baktığımda solgun ve oldukça beyaz yüzümün; büyük, ela gözlerimle birleşiminden ortaya çıkan kötü görüntü yine karşımdaydı. Saçlarıma bakmak bile istemiyordum. Biraz makyajla yüzümü bakılabilir hale getirmiştim. Saçlarımı örüp odama koştum ve ilk gördüğüm siyah elbiseyi giyiniverdim. Henüz tanışma fırsatı bulamadığım ev arkadaşıma, kağıt, kalem bulup, not bıraktım.
'Lütfen ben gelene kadar bir yere ayrılma tatlı kız. Hikayemiz yeni başlıyor...'
Geceden kalan yemeklere koşup biraz atıştırdım. Boğularak yaptığım kahvaltıdan sonra yağmurluk, şemsiye, çanta üçlüsünü alarak botlarımı giyinip koşmaya başladım. Vee tam tahmin ettiğim gibi kapıyı açık unutmuştum tekrar koşup kapıyı kapattım dönerken çamura bastım derken yağmur hızlandı. ''Tanrım eğleniyor musun benimle?'' diyerek söylenmeye başlamıştım. Bir yandan kendimi temizlemeye çalışıp bir yandan yakınarak yürüyordum. Bahçeden çıktığımda kahkaha atan bir çift yeşil gözle karşılaştım. Dün akşam bana saçma sorular soran kişiden başkası değildi. Kendimi tutamayarak ''Çok sinir bozucusun.'' diye bağırdım.
Gülmeye devam ederek ''O zaman bütün gün sinirin bozuk olacak. Bugün vakit geçirmem gereken kitaplar var.'' dedi.
Duymamış gibi yaparak hızlı hızlı yürümeye devam ettim. Hiç sesini çıkarmadan arkamdan geliyordu.
''Nasıl ki gözleri öyle. Ay ben bakmayayım gözlerine hiç. Hangi tonu bu yeşilin? Saçmalama Güneş nesi güzel? Tanrım göz...''
Kadifemsi sesiyle bir yandan gülüp bir yandan da ''Duyuyorum.'' diyerek sözümü kesti. Kıpkırmızı olduğuma yemin edebilirdim. Şükür ki gelmiştim. Hemen dükkana girip ''Kapalı'' yazısını çevirip kapıyı kapattım. İki üç saniye geçmeden kapı açıldı. O da hemen gelmişti. Kafamı sallayarak ''Beyefendi görmüyor musunuz? Kapalıyız.'' diye çıkıştım. Tabelayı çevirip 'Açık' kısmını getirdi. ''Artık değilsiniz.'' diyerek içeriye girdi. Ellerimi sıkıp ayaklarımı yere vurdum. ''Sakin ol Güneş, müşterilere böyle davranmıyoruz Güneş, canım Güneş...'' sinirlerimi yatıştırdıktan sonra ben de geçtim. Anlaşılan bugün çok zor geçecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AQUA & TERRA
Fantasyİki kabile vardı, birbirine kavuşmak isteyen... Biri su diğeri toprak halkı. Bir araya geldiklerinde çok güçlü olacaklardı. Tam da burada başlıyordu yazgıları. Yüzyıllar boyu süregelen birleşme çabalarına engel olan bir efsun vardı. Büyük bir efsun...