"Güzel bir ruh, yanlış bir insandaysa; ruhun bu kadar güzel olması mı suçtur yoksa insanın bu kadar yanlış olması mı?"♥♥♥
Dağlarda adını bilmediğimiz bir bitki yetişir. Kışın bile çiçek açar. İyileştiremediği hiçbir hastalık olmadığı söylenir. Yine de kimse ondan faydalanamaz. Vakti zamanında birçok insan bitkiyle, hastalığını yenmek için karışımlar hazırlamış, nitekim hastalığından kurtulmuş da ama bu sefer başka bir sorun ortaya çıkmış. Bir süre sonra bitkiyi kullanan herkes hastalık derecesinde onu kullanmak istemeye başlamış. Ve o yavaşça onu kullanan her insanı tüketmiş. Hepsinin sonu ölüm olmuş.
Bu hikayeyi düşündükçe bir şeyin nasıl hem bu kadar iyi hem de bu kadar kötü olabileceğini düşünürüm. Bir yanı şifa bir yanı zehir dolu. Bir yanı sana tekrar yaşama şansı veriyor diğer yanı çoktan mezarını kazmaya başlamış bile.
Dağlarda her şey ya siyah ya beyaz olduğundan gri şeylere alışmak pek kolay değildir. Bu yüzden dağdaki kimse o çiçeğin yakınından bırakın, uzağından bile geçmez. Bilirim, ellerinde olsa çiçeğin var olduğu o bölgeyi çitlerle sararlar. Küçücük bir çiçekten bile, onlarda onu yeme isteği uyandırır diye korkarlar. Şimdi bu kraliyetin kocaman bahçesindeki çiçekleri görseler ne yaparlar acaba?
"Sarayı beğendiniz mi Prensesim?" Aden. Sapsarı saçları, masmavi gözleri ve kuğu görünümüyle benden çok onun prensese benzediğini itiraf etmem gerek. Seçmenlerin şimdi neden Prens Halid'e onu uygun gördüklerini daha iyi anlıyordum.
Ben cidden Prens Halid için berbat bir seçimdim. Onu mezara götürecek bir seçim.
"Sarayı gezmedim. Bahçe daha çok ilgimi çekti Aden. " Tatsız bir gülümseme tüm yüzüne yayılırken keskin bakışlarını bir an olsun yüzümden çekmedi. "Asla bir prenses olamayacaksın." dedi. "Sen buraya ait bile değilsin. Şimdiden dağları özlediğine bahse girebilirim." Gülümsedim. Ben de onun kendisine çıkan Muhafızların Başı Gerard'ı beğenmediğine ve Prens Halid'le evlenmek istediğine bahse girebilirdim. Ne acıydı; bazılarının elde ettiği halde asla istemeyecekleri şeylere bazıları sahip olabilmek için çıldırıyordu.
"Eşinle tanıştın mı Aden?" Gülümsemesi yüzünde dondu. "Hala," dedi uzun elbisesini çekiştirip kapıya yönelirken. "Hala dağlardaki kadar kabasın."
"Sen de hala dağlardaki kadar kendini beğenmişsin. Bu arada yeni yaşamında mutluluklar diliyorum. Tabi bir insanın hayatında sen varken o insan mutlu olabilir mi, emin değilim. Yine de sen çabala."
" Asıl Seçmenler..." Hırsla gözlerinden akan yaşları silerken konuşmaya devam etti. Onu ağlatmak istememiştim. Sadece etrafta onu görmek sinirlerimi bozuyordu. Bu da yetmezmiş gibi sürekli imalı laflar edip beni çileden çıkarıyordu. "Seni Prens Halid'e eş seçerek onu sonsuz bir mutsuzluğa hapsetti." Sesimi çıkarmadım. Yüzüme hafif bir tebessüm yerleştirdim. Yapacaklarımı öğrense tepkisi nasıl olurdu acaba?
Çok sevgili prensinin mezarını kendi ellerimle kazacağımı bilse?
"Sevgili Aden, bırak da buna ben karar vereyim." Bunu söyleyen ben değildim. Bunu söyleyen konunun ana öznesi Prens Halid'di. Aden, hiçbir şey söylemeden gitti. Ve bende her kızın gözdesi yeni eşim ve ülkenin kral olmaya tek müsait prensiyle baş başa kalmıştım. İnsanın eşinin çok işlevli olması garip bir olaydı doğrusu.
"Bahçeyi seveceğini biliyordum." Gözlerinde küçük yıldızların parladığına yemin edebilirdim. "Buraya istediğin her şeyi ekebilirsin." Yanıma yaklaşıp hafifçe üstüme eğildi. "Eğer dağlardan istediğin özel bir bitki varsa getirtebilirim."
Prenses olmak böyle bir şey miydi yani? İnsan sonsuz bir güce sahip olunca yasakları bile çiğnemekten çekinmez miydi? Onlar için kurallar esnetilebilir miydi? Prens Halid dışından çok yakışıklı görünebilirdi. Bal rengi gözleri, ellerinizi içine sokmak isteyip oynamayı düşüneceğiniz çok güzel saçları da olabilirdi. Uzun boyu, sağlıklı ve hoş görünen bir hali. Ama peki ya tüm bu yaşattıkları? O da bu monarşinin bir parçası değil miydi? O da bu yönetimi desteklemiyor muydu? O bile koydukları kurallara uymama hakkını kendinde bulurken neden tüm halk onların dediklerini yapmak zorundaydı?
"Aslında var." Yüzüme hafif ve tatlı olduğunu düşündüğüm bir tebessüm yerleştirirken verdiği tepkileri izliyordum. "Ama getirtebileceğinizden emin değilim."
"Bunu sana düşürten şeyi öğrenmek isterim."
"Dağlarda yüksek bir tepe vardır. Tepenin ucunda da seyirlik bir manzara. Tam köşede de narin, dağda yaşayanların adını dahi bilmediği bir çiçek yetişir. Özeldir, şifalıdır. Onu oradan alabilmek zorlu ve yorucudur. Bir de dağdan gelenlerin bir şey getirememe sorunu var tabii." Belki de ona şifalı diye bahsettiğim, benim için, benim mutluluğum için getirteceği çiçek onu ölüme sürüklerdi kim bilir? Şimdi bile gözlerimin önüne geliyordu deliren bir prens figürü. Ne acı!
"Bu aramızda kalabilir." Elleri, ellerimi avuçlarının arasında tuttu. Bal rengini andıran gözlerinde büyük umutlar vardı. Tam bir aptaldı. Benimle mutlu bir geleceğinin olacağına inanıyor gibiydi. "Belki baban bana yardımcı olabilir. Çiçeği sana getirebilmem için." Hayır, babam bana, seni öldürmek için yardım edecekti. Ve ben bunu dolaylı olarak yapacağımdan bu teklifini zevkle kabul edecekti.
"Bunu yaparsan çok mutlu olurum." Seni yavaş yavaş delirtmek ve muhafızları ikna etmek beni çok mutlu edecek Prens Halid. "Fakat ona sadece ben bakım yapmak istiyorum. Kimse yanına yaklaşmamalı. Sadece bana ait olmalı."
"Eğer istersen ona odamızda da bakabilirsin. Senin için bu kadar önemliyse. Ya da bahçede sana özel bir köşe de yaptırtabilirim. Hangisi seni daha mutlu edecekse onu seçebilirsin." Prens Halid, ne kadar da iyi kalpli. Halbuki daha az önce kendi koydukları kuralları acımasızca çiğnemişti. Şimdi hiçbir şeyin farkında olmadan beni mutlu ettiğini zannediyor.
Ben ancak o ve ailesi ölürken mutlu olacağım. Ellerimle mezarlarını kazarken alacağım intikamımı.
"Teşekkürler, Prens Halid."
"Bana sadece Halid de. Kimse yok etrafta."
"Peki, Halid." Prens Halid gülümseyip ellerini ellerimden çekince sıcaklığın üstümden kalkması beni üşütüyor. Ellerinin sıcacık olduğunu anlamam ancak o zamana tekabül ediyor.
"O zaman yemek salonuna geçelim. Çünkü bütün Saray ve Yandaşları yeni prensesi takdim etmemi heyecanla bekliyor."
Ben de, ben de onları öldürürken yüzlerinde göreceğim o ifadeyi dört gözle bekliyorum.
"Tabi gidelim." Elleri, ellerimi büyük bir kuvvetle kavradı. Sanki hiç bırakmayacakmış gibi. Buna asla izin vermeyecekmiş gibi. Acaba hayatına son vereceğime bilse, dört gözle onu öldürmeyi beklediğimi bilse yine de böyle güçlü tutar mıydı ellerimi?
Zannetmiyorum.
♥♥♥
Herkes özgürdür aslında. İnandığı kadar. İnancınızın hiç son bulmaması umuduyla.♥
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gelin
FantasyDağlarda büyümüş Esme ile sarayın kral olmaya en yakın prensi olan Halid'in dikenli tellerle ve yalanlarla bürülü imkansız aşkı.