Klaus
Duyduğum sesle gözlerimi hafifçe aralıyorum. Işık başlarda rahatsız ediyor gözlerimi, alışmaya çalışıyor gözlerim bir süre, kirpiklerimi açıp kapıyorum, tekrarlıyorum bu işlemi birkaç defa. Benim dünyam öyle karanlık ki gözlerim bile alışmakta zorluk çekiyor aydınlığa.
Hafifçe doğruluyorum yattığım yatakta. Derin bir nefes alıyorum ve ellerimle önce gözlerimi ovuşturuyorum, ardından saçlarımın arasından geçiriyorum. Kafamı sesin geldiği yöne çeviriyorum ve kalkıp telefonumu almaya yeltendiğim anda üzerimde boylu boyunca uzanan kadın engeline takılıyorum.
Telefon biraz daha bekleyebilir diyorum ve acaba şu kadın kahvaltıdan önce atıştırma yapmama yarar mı diye kontrol ediyorum. Ama tabi vücudunda tek bir damla kan kalmadığı gerçeği ile yüzleşiyorum. Klaus Mikaelson ne zaman yemeğini yarım bırakır ki?
Üzerimdeki kadını yatağın sağına itiyorum ve yataktan kalkıp yürüyorum ısrarla çalan telefonuma doğru. Yerde yatan bir diğerinin üzerinden atlıyorum az sonra bir yenisinin kanını son damlasına kadar içecek olmanın aklıma gelmesiyle gülümserken. Ve kaşım yavaşça kalkıyor havaya. Çünkü numarayı tanımıyorum ve onu gördüğüm an içimde garip bir his oluşuyor. Bu hissin bana tanıdık gelmesinden rahatsızlık duyuyorum ama daha önce neden böyle hissettiğimi hatırlayamıyorum.
Telefonu açıp kulağıma götürdüğümde son derece tanıdık bir ses duyuyorum. Yıllar öncesinden tanıdığım bir ses. Yıllardır hiç duymadığım ve hiç duymamış olmayı yeğleyeceğim bir ses. Ama bu düşündüğüme ben bile inanmıyorum. Ben düşüncelere dalmışken sesin sahibi tekrar konuşuyor beni tüm bu düşüncelerden çekip çıkarmak istercesine.
"Klaus."
Caroline. Ve sesi tekrar duymamla ve şaşkınlığımı üzerimden atmamla birden kocaman bir endişe bulutu kaplıyor beni. Sesindeki duyguyu tanımlamaya çalışıyor beceremiyorum. Endişeli mi? Korkuyor mu?
Ne düşünüyor bilmiyorum ama sesinden o eski Caroline'ın çekip gittiği sonucuna varıyorum. Çünkü duyduğum seste her ne kadar ne olduğunu bilmesem de umut olmadığını biliyorum. Etrafa ışık saçan Caroline'ın gitmiş olduğunu fark ediyorum.
"Caroline" diyorum şaşkınlıkla.
Cevap verebildiğime şaşırıyorum önce. Sonra nefesimi tutup bana ne söyleyeceğini bekliyorum. Hiçbir şey söylememesini umuyorum. Susmasını ve telefonu kapatmasını beni bir daha aramamasını, sonsuz hayatımda bir daha karşıma çıkmamasını. Tüm bunları isterken bile merakla bekliyorum ne söyleyeceğini. Nefes alıp verdiğini duyduğum, kendini konuşmaya hazırladığı ve muhtemelen ne diyeceğini son kez gözden geçirdiği bu kısacık bekleyiş bana bunca yıllık hayatımın en acı anı gibi geliyor.Bu işkence hiç bitmeyecek gibi hissediyorum ve nefesimi serbest bırakıp ciğerlerimi en az bir önceki kadar endişeli bir yenisiyle dolduruyorum.
Dizlerimin beni taşıyamayacağını düşünüyorum. Büyük kötü kurt bir telefon görüşmesine dayanamıyor. Bu düşünceyle acıyla gülümsüyorum.
"Ben..." diyor.
Ama cümlesini tamamlamıyor, muhtemelen kendi tercihi değil susmak. Tamamlayamıyor. Susuyor bir süre daha. Çok kısa bir süre biliyorum ama bana uzun geliyor. Bin küsür yıllık hayatımdan daha uzun. Telefonu kapatıp eski karanlık hayatıma dönsem mi diye düşünüyorum. Hiçbir şey olmamış, bu telefon hiç çalmamış gibi yaşamaya devam mı etsem diyorum. Evden çıkıp yürüsem, kendime en lezzetlisinden bir av bulsam. Bu telefon hiç çalmamış olsa. Ama o sanki eger o konusursa bunu yapamayacakmısım gibi konuşmaya başlıyor. Senin hayatımda bir etkin yok demek istiyorum. Sen konuşurken de kapatabilirim bu telefonu demek istiyorum. Ama onun dudaklarının arasından öyle sözcükler dökülüyor ki yıllardır kendime çizmek için çabaladığım tüm yollar ona çıkıyor, yeniden, tıpkı yıllar önceki gibi.