BÖLÜM 2 :

33 6 2
                                    

   Büyük bir meşe ağacını altında gezen tavşan, birkaç saniye sonra sol gözünü delip geçecek olan bir okun ona saplanacağını bilmiyordu. Marry Blacktea, Heel krallığının prensesi, orta boylu, uzun dalgalı sarı saçlara sahip, güzel bir prensesti. Ok atma konusunda neredeyse uzmandı. Yüz metre uzaktaki bir ceylanı gözünden vurabilen Marry, saraya kendini kapatmıştı. Sarayın kütüphanesinde okumadığı kitap kalmamıştı. Bitkiler hakkında bilmediği bir şey kalmamıştı. Ormana gittiği zaman ismini bilmediği bitki, tek oklara öldüremediği hayvan yoktu. 

   Heel krallığının imparatoru Oliver Blacktea, pısırık saraydan çıkmayan, korkak birisiydi. Bugüne kadar alınan zaferlerin hiçbirinde savaş meydanında değil sarayında bekler, dışarı çıkacağı zaman yanında yirmiden fazla askerini alırdı.

    Oliver Blacktea'nin aksine karısı Anne Blacktea, çok cesur bir kadındı. Kocasının yanında gezmeyi pek sevmezdi. Pısırık kocasından neredeyse tiksinirdi. Tiksinmemek elde değildi ona göre. Her gece karısını başka biriyle aldatan bir pislikti onun gözünde. Uyuyamadığı gecelerde kızı Marry'nin odasına gider, kızının saçıyla oynar ona sarılarak oyurdu. Fakat aklını kurcalayan bir şey vardı. Kızı 22 yaşına gelmişti fakat henüz bir erkeğin elini tutmamıştı. Kaç kişi kapısında sırada bekliyordu fakat Marry, hiçbirinden hoşlanmıyordu.

   Oliver Blacktea, kızı Marry'le hiç ilgilenmiyordu. Kızının sadece kıyafet, silah ve yiyecek ihtiyacına karışıyor; günde sadece yarım saat ailesiyle yemekte görüşüyordu.

   Geçen sene çıkan savaşta ordudaki askerinin yarısını kaybeden Hell'ler bu sene hayatını kaybeden askerlerin nerdeyse 4 katı kadar asker yetiştirerek neredeyse yenilmez olmuşlardı. Ana şehrin çevresini kırk cmlik bir surla korumuşlardı. Her gün 6000 asker nöbet tutuyordu. Ama hepsi korkatı. Köpeği bile öldüremeyen bu askerler bi savaşta düşmanı nasıl öldürecekti ki? Sadece kuru kalabalıktı.

OKLARIN ALTINDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin