3. Bölüm

190 14 1
                                    

Nasıl olabilirdi ki? Yatağın altındaki şey neydi? Ben bakamazdım. Poyrazla göz göze geldik. Benim bi tepki veremeyeceğimi anlayınca ''Tamam ben bakıyorum.'' dedi. Yere doğru eğildi ve mumu yatağın altına doğrulttu. Gözleri irileşti, iyice tedirgin olmuştum. Kekeleyerek konuştu: ''O-orda tab-but var.''

Beynim yerinden fırlayacakmış gibi zonkluyordu. Sözleri kafamda yankılanıyordu.. Tabut var. Tabut...var. Poyraz'ın da korktuğu belli oluyordu. Korka korka yatağın altındaki tabutu çekerek dışarı çıkardı. Tabut eski püskü, kirli ve tozluydu. Poyraz titrek elleriyle tabutun kapağını kaldırdı. Gözlerime inanamadım. Bünyem daha ne kaldırabilirdi bilmiyorum. Her resimde gördüğüm o genç sarışın kız tabutun içinde yatıyordu. Tabut eski olmasına rağmen kız fotoğraflardaki gençliğiyle öylece yatıyordu. Hemen geri geri yürüdüm ve ''B-ben burada duramam!'' diye bağırarak odadan dışarı çıktım. Koridorda koşmaya başladım fakat olduğum yerde sayıyordum sanki. Poyraz da arkamdan koşuyordu ama bana yaklaşamıyordu. Ne kadar ''Dur!'' dese de ne durabiliyordum nede koridoru bitirebiliyordum.

Beynim sonunda dur komutunu algıladığında hemen yere çökerek nefes alış verişimin normale dönmesini bekledim. Korkudan düşünemiyordum bile. Kalp atışlarım normal ritmini alırken kafamı geri doğru atarak nefesimi dışarıya üfledim. "Sakin olmalısın. Hepsi geçecek." diye mırıldanarak kendime tesseli vermeye çalışıyordum. Bu lanet olası köşkte neden elektirik yoktu! Ah, etraf zifiri karanlıktı. Neredeyse önümü bile göremiyordum. Bu zifiri karanlıkta koşmuştum. Korktuğunda ne yaptığını bilmeyen aptalın tekiydim işte. Poyraz neredeydi ki?

Çöktüğüm yerden doğrularak ne tarafa doğru gitmem gerektiğini düşünmeye başladım. Beynimde yanan ampülle aklıma yoldayken cebime sokuşturduğum telefonum geldi. Ailem aramasın diye kapatmıştım. Hemen cebimden telefonu çıkardım ve açtım, tabiki de telefon çekmiyordu ama ışığı etrafımı görmeyi sağlayacaktı. Telefonumun ışığıla etrafıma bakınmaya başladım. Sağımda o lanet kızın resimlerinin asılı olduğu duvar vardı. Solumda ise perde. Perdeyi titrek ellerimle araladım. Koridor ayın ışığıyla az da olsa aydınlanmıştı. Bahçede dikili taşlar vardı. Gözlerimi kısarak baktığımda anlamıştım, orası bir mezarlıktı! Bedenimi artık kontrol etmekte zorlanıyordum. Zangır zangır titriyordum. Perdeyi dehşet içinde hızlıca kapattım. Buraya gelmemeliydik.. Bu köşkte olmaktansa arabada donmayı tercih ederdim. Geldiğim yoldan yürümeye başladım. Poyraz'ı bulmalıydım. Hemen buradan gitmeliydik..

Poyraz'ın ağzından;

Eylül karanlığın içinde kaybolduğunda bende koşmaktan pes etmiştim. Neden ona yetişemediğimi bir türlü anlayamıyordum. Halbuki ben ondan hızlı koşardım. Ama peşinden koştukça tam yetiştim derken yol daha da uzamıştı sanki. O tabutun orada ne bok işi vardı onu da anlamıyordum. Bu köşkte gerçekten garip şeyler oluyordu. Belki de bunların hepsi o kaçık kadının oyunuydu.

Birkaç  adım ilerideki odadan gelen ışıkla gözlerim kamaştı. O odada Eylül'ü bekleyebilirdim. Nede olsa aklı başına geldiğinde koşmaktan vazgeçip geri dönecekti. Işığı görünce Eylül de oraya gelir umuduyla odaya girdim. Oda çok büyük sayılmazdı içerisinde sadece yatak, koltuklar ve dolap bulunuyordu. Ve lanet köşkümüzün olmazsa olmazı lanet resimler vardı. Odaya biraz daha göz gezdirdiğimde pencerenin önünde birinin oturduğunu farkettim. Ayaklarım geri geri gitmeye başladığında nefesimi dışarı üfleyip cesaretli olmam gerektiğini kendime hatırlattım. Güçlü çıkmasını umduğum sesimle "Merhaba." dedim. Pencerenin önünde oturan şahıs ayağa kalkıp bana doğru döndü. B-bu o kızdı. Tabuttaki kız.

Gözünün önüne düşen sarı saçını kulağının arkasına iterek şirin sesiyle "Merhaba." dedi. Beynim arkana bakmadan kaç diyordu ama onu reddediyordum. Kız, orada olduğunu yeni farkettiğim dolabın yanındaki masaya doğru yürüdü. "Bira?" diye sorarcasına bana baktığında kafa salladım. Belki de ne derse yapmalıydım. Omuzlarımı dikleştirip kızın az önce kalktığı koltuğa oturdum. Karşısında bir koltuk daha vardı o yüzden otmamın sorun olmayacağını düşünmüştüm. Kız, elinde iki bira bardağıyla yanıma geldi ve birini bana uzattı. Titrek ellerimle uzanıp aldım. Zehirli olma ihtimaline karşı içmeyi düşünmüyordum. Kız karşıma oturduğunda bacak bacak üstüne atarak birasını zevkle içmeye başladı. Dakikalardır beynimde yankılanan bir soruyu seçip boğazımı temizledim. "Sen kimsin ve burada neler oluyor?" dedikten sonra  kızı soru yağmuruna tutmamak için dilimi ıssırdım. "Ben Melek." dedi gözlerini birasından kaldırarak. Hah! Melekmiş. Gerçekten melek gibi görünüyordu orası kesindi. Sarı saç, mavi göz, masum yüz hatları.. Of ne saçmalıyordum ben böyle.

Yer deprem olurcasına sallandığında oturduğum koltuğa sıkıca tutundum. Adını Melek olarak öğrendiğim kız ayağa kalktı ve perdeyi araladı. "Uyanıyorlar, uyanıyorlar." diye mırıldandığında dehşetle birasını masaya koyup koridora yöneldi. "Hey, nereye gidiyorsun? Burada neler oluyor? Bana anlatmak zorundasın." diye arkasından seslendiğimde durup bana döndü. "Eylül'ü bul. Sizi korumaya çalışacağım." dedi ve hızla odadan çıktı. Eylül'ü nereden tanıyordu? Bende ayaklanıp kızın peşinden gitmek için koridora çıktığımda çoktan gittiğini gördüm. Ah, ne yapmalıydım? Her şey arap saçına dönmüştü.   

LANETLİ KÖŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin