Karşımda kalan Sakamaki malikanesine son bir kez daha baktım. Evet, bu malikaneyi son görüşüm olacaktı. Neden mi? En sonunda bu lanet yerden gidiyordum! Güzel değil mi? Reiji eğer kaçarsam öleceğimi söyledi ama umurumda değil. Her saniye orda öleceğimi bile bile kalmaktansa en azından özgürlüğümün uğruna canımı feda etmiş olurdum.
Ayrıca belki bana baktığınız o pencereden bakmamaya başlarsınız. Ben aptal değilim. Ya da safta değilim. Yalnızca gerçekçiyim. Ve siz gerçekleri göremeyecek kadar körsünüz. Evet bundan ibaret.
Valizimle beraber hızlıca ordan uzaklaşırken güneşte çoktan son ışınlarını dünyaya göndermiş, yerine ay yükselmişti gök yüzüne. Dünya böyle idi evet. Herkesin liderliği bir yere kadardı. Herşey faniydi. Duygular... Duygular hariç.
Duygularım ve peşinden bir çok şeyin beni sürüklediği ateşten kaçmak amacıyla gidiyorum aslında. Onun gözleri... Daha fazla kendimi onun cehenneminde yakamazdım. Her ne kadar kalbim duyduğu her melodiyi onun aşk şarkısına çevirse de, her ne kadar kalbim onun her bakışı ile büyülense de, her ne kadar kalbim onun kalbi ile alevlense de... Hayır. Bunu yapmayacağım..
Ormanda hızla kaybolurken birden enerjimin bittiği anda yere yığılmıştım. Doğal olarak tabi...
O büyük ve sonu gelmeyen orman artık benimle bütünleşmiş, yaralarımı sararcasına aldığım her nefes içimde bir şeyleri bağlamıştı. Refah bir şekilde ağacın altına çöktüm ve yorgunlukla kavrulan gözlerimi, gök yüzündeki ayın ışıltısında buldum.
Onun büyüleyici gözlerinde bir anda buldum kendimi. Karşımda duruyordu sanki, ruhumu hatta yüreğimi delip geçen duygular ile bakıyor gibiydi hayali. Ama hayaldi işte. Hayali bile beni kendimden geçirmeye yetiyordu. O kadar basittim işte onun gözlerinde.
Karşımda sanki gerçekten varmış gibi gözüküyordu. Sonra birden ağzı sanki bir şey söylermişcesine oynamaya başladı. Ama sesi gelmiyordu. Ne oluyor böyle?
Hayallerde de böyle midir? Yani hayal etmediğim halde önümde gözükmesi felan...
"Oi! Okiro Chichinashi!"
Bu sefer ki seslenişi sonunda kendime gelip gözlerimi açmam ile son bulmuştu. Ne yani bir dakika, hepsi ruyamıydı?! Yani hala ben bu lanet malikanede... Olamaz ya!
"Ayato-kun?.." Etrafıma baktığımda bahçede olduğumu fark ettim. En son ne yaptığım aklıma gelmiyordu ama görünen o ki bununda pek bir önemi yoktu. Gene burdayım!
"Benim burda ne işim var?"
Ayato bir şey demeden ayağa kalktı ve elleri cebinde bana havadan bakarak cevap verdi.
"Ben nereden bileyim chichinashi. Gittiğim her yerde bayılmış olarak karşıma çıkıyorsun zaten. Bir işe yaradığında yok. Ha bir iş demişken.."
Sesi bir anda ciddileşirken ben korkmadan edememiştim. Onu seviyordum... Ama bu sevgi beraberinde korku ve kederden de geçiyordu.
"Sabahtan beri kavruluyorum. Ver artık şu kanını."
Benim bir şey dememi beklemeden sertçe bileğimden tutarak beni ayağa kaldırdı ve gözleri, bir sürü ısırık izi kalmış olan boynuma yöneldi. Keskin bakışlar atıyordu boynuma.
"Bu izlerin hepsini sileceğim. Onların sana verdikleri acıyı unutup, benim hissettirdiğim acı ile kalacaksın yalnızca. Sahip olabileceğin en güzel şey de o olacak... "
Diyerek dişleri boynuma sürtünmeye başladı. Hafif kıl olurken beni bırakması için yalvarıyordum..
"Lütfen Ayato-kun, lütfen yapma.. lütfen beni bırak ne olur..Agh!"
Bir anda derime giren dişleri ile gözlerimi yumdum ve onun beni sömürmesine izin verdim. Başka çare de yoktu zaten... Elleriyle beni tutarak gitmemi de engelliyordu. Itaat etmekten başka şansım yoktu.
Bir şans istedim Tanrı'dan.
Belki bir gün olurda kaybolursam bu dünyadan,
Hayallerimi gerçekleştirecek başka nesiller lütfetmesi adına...Bir kaç dakika sonra gözlerimi açtığımda beklemediğim bir görüntü ile karşılaştım. Burası rüya sandığım orman ve ben aynı ağacın altındayım!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Diabolik Lovers: Bloody Wedding Dress
Fanfiction† Bana, yakamadığım bir ateşte yanmak gibi çaresiz hissettiriyorsun. Ne kadar kurtulmak istesem de, bedenim beni senin ateşine daha çok çekiyor. Ve ben sonsuz acıya daha çok sahip oluyorum... †