Önümde sessizce yürüyen bedene baktım.İnce bedeni her zamanki gibi zarif bir boşvermişlikle salınıyordu.Bugün hava güneşliydi.Berrak gökyüzü ve ince gün ışığı huzmeleri sık ağaç dallarından belli belirsiz görünüyordu.Gece olmasına daha vardı ve belli ki önümde engebeli yoldan hiç etkilenmiyor gibi görünen,süzülürcesine yürüyen beden bugün neşeliydi.Bunu sadece yürüyüşüne bakarak anlayabiliyordum ve bu çok sık olan bir şey olmadığı için kocaman gülümsememe sebep olmuştu.Biz yürüdükçe ağaçlar sıklaşıyordu.Gittikçe daha derine gideceğimizi ve kaç yıllık olduğunu tahmin bile edemediğim yaklaşık beş metrekarelik açıklığın ortasındaki mor salkım ağacına ulaştığımızda duracağımızı biliyordum.İçimde anlamlandıramadığım bir huzur filizlenirken elimi yanından geçtiğimiz kadim ağaçların heybetli gövdelerinde gezdirdim.Hiçbir şey hissetmiyordum tabi ki.Sadece sert ve pürüzlü yüzeylerinin avuç içimde yaratacağı rahatsiz ama güçlü hissi hayal ediyordum.Bunu defalarca denemiştim ve bazen yeterince odaklandığımda gerçekten hissedebiliyomuşum gibi geliyordu.
Ağaçlar sıklaşır ve yürümek giderek yorucu ve zor bir hal alırken iki metre ötede yürüyen bedenin başının hemen üstünde dönüp duran minik kuşlar beni tekrar gülümsetmişti.Ama o,her zamanki umursamazlığıyla sanki en küçük bir dikkat dağınıklığına tahammülü yokmuş gibi kuşları önemsemiyor kendinden emin adımlarla hedefine yürümeye devam ediyordu.Kuşların açılıp kapanan gagalarından neşeyle ötüştüklerini tahmin edebiliyordum.Fakat tabi ki ses tellerinin titreşerek oluşturduğu o güzel melodiyi ancak hayal edebiliyordum.
Zaman kavramım yoktu.O yüzden daha ne kadar yürüdük bilmiyordum.Ama karşıda sık ağaç gövdelerinin arasından süzülen ışığı farkettiğimde yaklaştığımızı anladım.
Önümdeki genç adam tereddüt dahi etmeden açıklığa adımını attı ve hızlı adımlarla mor salkım ağacına ulaşarak kalın gövdesini şevkatle okşamaya başladı.Sonra kafasını bana çevirip hüzünlü gözlerini gözlerime dikti.Beklediğimiz şey gerçekleşmemişti.Hala çiçek açmamıştı.Gözlerindeki hüzün beni de esir alırken gözümden yavaşça akmaya başlayan yaşlar yüzünden görüşüm bulanıklaştı.Kafasını tekrar ağaca çevirip yavaşça gövdesine doğru uzattı.Bulanıklaşan görüşüm yüzünden net olarak göremiyordum ama defalarca yaşanan bu sahnenin anlamını biliyordum.Ağaca sevgisini akıtıyordu.Ona dokunarak ve onu yavaşça öperek.
Sonra döndü ve yavaş adımlarla yanıma gelerek karşımda durdu.Güzel yüzü ifadesizdi.Minik burnuna,küçük gözlerine ve ince dudaklarına özlemle baktım.Hafifçe gözlerine giren siyah saçlarına dokunmak,gözlerinden uzaklaştırmak istiyordum.Ama yapamazdım.Artık alışık olduğum ama her defasında beni mahveden keder içimi yakarken birkaç damla daha yanaklarımdan kayarak toprağa karıştı.Bunu gördüğünde dudakları yavaşça kıvrıldı, minik dişlerini ve sevimli diş etlerini göstererek gülümsedi.Keder geldiği hızla yok oldu.Yavaşça elini kaldırıp göz yaşlarımı silmek için yanaklarıma uzandı.Belki milyonuncu kez hissedebilmeyi diledim.Sanki dokunuşunu hissetsem bütün düğümler çözülecek,bütün kederler silinecek ve mor salkım ağacı salkım salkım çiçeklerini dökecekti..
Gözlerimi açıp hızla oturur pozisyona geldim.Nefes nefeseydim ve yine rüyada olduğu gibi ağladığım için yastığım ve yanaklarım ıslaktı.Ağlamaktan nefret ederdim.Bunun aptal bir erkek gururuyla ilgisi yoktu.Sadece ağlamak bana sorunları çözmek yerine onlardan kaçıp gözyaşlarına sığınmakmış gibi geliyordu.Güçsüzlük,iradesizlik göstergesi gibi.Bu yüzden pek ağlayan biri değildim.Çözüm odaklı olmayı tercih ederdim her zaman.Ancak rüyalarım farklıydı.Orda hiçbir sorun çözülebilir ya da aşılabilir değildi.
Yataktan yavaşça kalkıp kahve yapmaya başladım.Bu sırada telefonu alıp hızlı aramadaki ilk numaraya tuşladım.Pazar günü sabahın 8'inde çekinmeden arayabileceğim ve şuan olduğu gibi capcanlı bir sesle cevap alabileceğim başka kimse yoktu."Jungkook.Günaydın.Pazar günü bu kadar erken kalkman gözlerimi yaşarttı." Küçük kıkırtısı beni gülümsetti."Benim de gözlerim yaşlı küçük sincap.Yine rüya gördüm." Alışık olduğu bu durum karşısında şaşkınlık belirtisi göstermedi ama sesine yerleşen o profesyonel tınıyı duyabiliyordum."Nasıldı ? Bir değişiklik var mıydı ?" "Psikoloğum olarak mı soruyorsun arkadaşım olarak mı ?" Görmesem bile göz devirdiğini tahmin edebiliyordum."Yorma beni Ceykey." Sırıtarak cevap verdim. "Neşeliydi.Uzun süredir neşeli olduğunu görmemiştim.Ama başka bir şey yoktu." Bir yandan kahvemi yuduplayıp bir yandan konuşurken balkona çıktım.Gözüm bir süredir yetiştirdiğim küçük mor salkıma takıldı.Yaz yaklaştığı için yavaş yavaş açmaya başlamıştı.Birkaç saniyelik sessizlikte karşımdaki kadının düşündüğünü biliyordum."Bu günlerde neşeli mi hissediyorsun ? Ya da iyi hissetmeni sağlayacak bir değişiklik oldu mu ?" Birkaç saniyelik sessizlik bu kez ben düşünürken yaşandı."Bilmem.Aklıma gelen bir şey yok.Sadece farkettim ki onu özlemişim.Na Ri bugün buluşsak mı ?" Ani konu değiştirmem yüzünden yine kıkırdamış ve tekrar neşeli konuşmaya başlamıştı."Olur.Jimin'i ben ararım.Aa hatta hemen şimdi arayayım." Sesindeki heyecanı dışarıdan bakan biri çok yanlış yorumlayabilirdi ama ben bunun sebebinin pazar günleri erken uyandırılmaktan nefret eden Jimin'i rahatsız etme fırsatı olduğunu biliyordum."Tamam.Ben o tarafa gelirim.Buluşunca ne yapacağımıza karar veririz." "Tamam minik fare.Özlemle bekliyorum."
Arkadaşım ben bir şey demeden kapattığında saat ilerlemeden Jimin'i aramayı istediğini biliyordum.Çabucak üzerimi giyinip çıkarken Na Ri'ye kahvaltı ettim diye yalan söylemeyi unutmamam konusunda kendimi telkin ediyordum.Sağlıklı yaşamla ilgili nutukları bazen insanı çileden çıkaracak kadar uzun olabiliyordu.
Metroya inerken bugün nereye gitsek diye düşünüyordum.Sık sık yaptığım gibi etrafımla pek ilgilenmiyor,odaklı olduğum düşünceyle uğraşıyordum.Bu yüzden karşı yönde bekleyen insanlara da dikkat etmemiştim.Ancak karşıdan gelen yüksek desibelli çocuk ağlaması dikkatimi kafamın içinden koparmış ve karşı perona yönlendirmişti.
Tam da o anda bütün vücudum buz kesti.Düşünme ve hareket etme yetimi kaybetmiş gibiydim.Hissedebildiğim tek şey göğsümde gittikçe büyüyen ve bütün vücudumu paralize eden o garip şaşkınlık ve heyecan karışımı histi.Kendimi sarsmak istiyordum.Rüyada olmadığıma emin olmak istiyordum.Ama tek bir hücremi dahi kıpırdatamazken yapabildiğim tek şey hipnotize olmuş gibi karşıya bakmaktı.Ormanda değildik.Burası gerçek bir mekandı.Şuan tamamen bulanıklaşmış olsa da bilincimin mantığını koruyan küçük bir tarafı bunun farkındaydı.O sırada sakinlikle bakan küçük gözler benim şaşkın kahverengilerimle buluştu.Bu oydu.Gerçekten oydu.5 yıldır rüyalarıma giren ve tamamiyle kendi bilincimde yarattığıma emin olduğum adam karşımda duruyordu.
Arkadaşlar merhabaa.Bir Yoonkook hikayesiyle karşınızdayım.Umarım beğenirsiniz.Yan çiftler olacak ancak kim olduğunu zamanla açıklamak istiyorum ve bu çiftleri ne yoğunlukta yazarım henüz emin değilim.Ayrıca medyaya çiçek açmış mor salkım ağacı ekledim belki merak eden ya da kafasında canlandırmak isteyen olursa diye.Oy verir ve yorum yaparsanız çook mutlu olurum.Lütfen beni sevin kocaman öpüyorum.
YOU ARE READING
Wisteria Maiden / YoonKook
FanfictionBelki milyonuncu kez hissedebilmeyi diledim.Sanki dokunuşunu hissetsem bütün düğümler çözülecek,bütün kederler silinecek ve mor salkım ağacı salkım salkım çiçeklerini dökecekti..