IX

633 22 10
                                    

IX

Çocukluğumda kendimi, arıların balını bıraktığı gibi; sıradan, sade insanların her birinin ruhumu zenginleştiren bir şeylerini, yaşamla ilgili bilgilerini, düşüncelerini, deneyimlerini bıraktığı bir arı kovanı gibi düşünüyorum. Bu bal sık sık acı, kirli oluyordu, ama gene de her bilgi bir çeşit baldı.

İyi İş'in gitmesinden sonra Pyotr Amca dost oldu bana. Dedeme benziyordu: O da öyle zayıf, düzenli, temizdi, ama dedemden daha kısa boyluydu, daha da ufak tefek. Aslında, şakadan ihtiyar biri gibi giyinmiş bir çocuğu andırıyordu. Yüzü ince hasırdan örülmüş elek gibiydi, arasından kafeste bir kanarya gibi fıldır fıldır, güleç, akı sararmış gözleri bakıyordu. Kır saçları kıvırcıktı, sakalı büklüm büklüm. Sigarayı çubukla içiyordu, dumanı saçlarıyla aynı renk, gene kıvrım kıvrım yükseliyordu; konuşması da kıvrımlı, bol espriliydi. Vızıltılı bir ses tonu vardı, karşısındakini okşuyor gibi konuşuyordu; bana her zaman, herkesle alay ediyormuş gibi geliyordu. Hayatını anlatıyordu:

"Kontes hanımefendimiz Tatyana Alekseyevna başlangıçta şöyle buyurmuştu bana: 'Ata bakacaksın', ama bir süre sonra: 'Bahçıvana yardım et!' dedi. Tamam. Ama ne yaparsan yap, köylüsün, yaranamazsın! Başka bir gün 'Git balık tut, Petruşka!' dedi. Ama benim için fark etmezdi, balığa gitmeye başladım... Tam balık tutmaya alışmıştım ki, bu kez, hadi bakalım, bu kadar yeter, vedalaş balıklarla... 'Arabayla kente gidip geleceksin, işlerimle ilgileneceksin...' Daha neler? Sonunda hanımefendi öldü, at da bana kaldı. Kontesimin hatırasıdır bana..."

Atı çok yaşlıydı. Bir gün sarhoş bir boyacı atı boyamaya kalkışmış, beyaz atı değişik renklere boyamaya başlamış, başlamış, ama bitirememiş. Atın ayakları çarpıktı, her yanı eski püskü bez parçalarıyla kaplı gibi boyanmıştı, gözleri bulanık bakıyordu, şiş damarlarla bedenine bağlı kemikli başı pek hüzünlü, öne sarkıktı. Pyotr Amca atına pek saygılı davranıyordu. Hiç vurmuyordu ona, ölen hanımefendisinin adının anısına da ata Tanka adını vermişti.

Bir gün dedem şöyle dedi ona:

"Hayvanı neden bir Hıristiyan adıyla çağırıyorsun?"

"Hiç de öyle değil, Vasil Vasilyev, hiç de öyle değil, efendim! Tanka diye bir Hıristiyan adı yoktur... Tatiana vardır!"

Pyotr Amca da okuryazardı, kutsal kitapları da çok okumuştu. Dedemle her zaman azizlerden konuşur, kimin daha büyük aziz olduğunu tartışır, eski günahkârları pek sert eleştirirlerdi. Bu arada en çok da Abşalom'u suçlarlardı. Doğrudan doğruya gramer tartışmaları da oluyordu. Dedem, "Günahlı, dinsiz, yalancı," diyordu, Pyotr Amca, "Günahkâr, din tanımaz, yalan söyleyen," diye iddia ediyordu.

Dedemin yüzü kıpkırmızı oluyordu, köpürüyordu, kızdırıyordu Pyotr Amca'yı:

"Ben böyle söylüyorum, sen başka türlü! Hata sende!"

Ama Pyotr Amca çubuğunu tüttürürken alay edercesine soruyordu:

"Senin dediğin neden daha doğru oluyormuş? Öyle lafları sevmez Tanrı! Duayı dinlerken şöyle düşünür: Nasıl dua edersen et, değerini ben bilirim!"

Dedem, yeşil gözlerini parlatarak öfkeyle bağırıyordu bana:

"Hadi sen git buradan, Aleksey, bizi yalnız bırak!"

Pyotr Amca temizliğe, düzene düşkündü; avluda dolaşırken yerde bir yonga, bir kapkacak parçası, kemik görse ayağıyla kenara iterdi onu, kapıcıya söylenirdi:

"Görevini yapmıyorsun!"

Konuşkan, iyi yürekli, neşeliydi, ama ara sıra gözleri kanlanıyor, buğulanıyor, ölü gözü gibi oluyordu. Bazen karanlık bir köşede üzgün, yeğeni gibi sessiz büzülüp oturuyordu.

ÇocukluğumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin