XIII

722 28 24
                                    

XIII

Tekrar dedemin yanındaydım.

Elini masaya vurarak karşıladı beni:

"Ne o, haydut? Ama artık ben doyurmayacağım senin karnını, büyükannen doyursun!"

"Doyururum," dedi büyükannem. "Yapamam mı sanıyorsun?"

Dedem, "Doyur işte!" diye bağırdı.

Ama hemen sakinleşti. Bana döndü.

"Büyükannenle ayrıyız artık, ortak bir şeyimiz yok..."

Büyükannem pencerenin önünde oturuyor, dantel örüyordu. İğler neşeyle çalışıyor, üzeri iğnelerle kaplı koluna bağlı iğne yastığı ilkbahar güneşinin ışığında altın bir kirpi gibi parlıyordu. Büyükannem her zaman olduğu gibi, dökme demirdendi sanki! Dedem daha da zayıflamıştı, çökmüştü, koyu sarı saçları kül rengi olmuştu. Davranışlarındaki sakin ciddiyetin yerini heyecanlı bir telaş almıştı. Yeşil gözleri ikircikli bakıyordu. Büyükannem gülümseyerek aralarında mal paylaşımını anlattı bana: Dedem bütün çanak çömlekleri, testileri, tabakları ona vermiş, şöyle demiş:

"Bunlar senin, başka bir şey isteme benden!"

Sonra büyükannemin her şeyini, eski giysilerini, eşyalarını, tilki kürkü mantosunu almış, hepsini yedi yüz rubleye satmış, parayı vaftiz babası olduğu meyve toptancısı bir Yahudi'ye faize vermiş. İyice cimrileşmişti dedem, bu konuda utanma duygusunu da yitirmişti: Daha önceleri meslek arkadaşları, şimdi ise zengin tüccarlar olmuş eski tanıdıklarını dolaşıyor, çocuklarının onu iflas ettirdiğinden yakınarak onlardan para istiyordu. Kendisine duyulan saygıdan yararlanıyordu; büyük paralar, banknotlar veriyorlardı ona. Banknotları büyükannemin burnunun dibinde sallayarak övünüyordu, çocuk gibi kıskandırmaya çalışıyordu onu.

"Görüyor musun, aptal karı? Sana bunun yüzde birini verecek tek insan çıkmaz!"

Topladığı paraları, çevrede lakabı "kırbaç" olan, uzun boylu, çıplak kafalı, yeni arkadaşı bir kürkçüye veya bu arkadaşının al yanaklı, kahverengi gözlü, nişastalı tatlı gibi iç bayıltan irikıyım bakkal kız kardeşine faize veriyordu.

Evde her şey kesinkes ayrılmıştı: Büyükannem bir gün kendi parasıyla aldığı malzemeyle yemek pişiriyor, ertesi gün malzemeyi de, ekmeği de dedem alıyordu. Malzemenin dedemin parasıyla alındığı günler yemek çok kötü oluyordu: Büyükannem iyi et alıyordu, dedem ise sakatat.

Çay ile şeker herkesin kendi odasında ayrıydı. Ama çayı aynı çaydanlıkta yapıyorlardı, dedem endişeli, şöyle diyordu:

"Dur bir dakika, senin çayından ne kadar koydun?"

Üzerine henüz su konmamış çayı avucuna döküyor, tümünü tek tek saydıktan sonra şöyle diyordu:

"Senin çayın benimkinden ince, dolayısıyla, benim çayımdan daha az sayıda koymak gerekiyor. Benim çayımın taneleri hem daha iri, hem daha iyi dem veriyor."

Büyükannemin çayı kendisine de, ona da aynı koyulukta koymasına ve aynı sayıda fincan çay doldurmasına dikkat ediyordu.

Büyükannem, çaydanlıktaki son çayı fincanlara koyarken, "Bu son galiba," diyordu.

Dedem çaydanlığın içine bakıyor, "Evet, son!" diyordu.

İkonaların önündeki kandillere yağı bile herkes kendi alıyordu. Yarım yüzyıl ortak çalışıp çabalamanın sonu buydu işte!

Dedemin bütün bu yaptıklarını görmek hem komik, hem iğrenç geliyordu bana, büyükanneme ise sadece komik...

Yatıştırmaya çalışıyordu beni:

ÇocukluğumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin