Parmakları arasındaki bardağa dikilmiş bakışlarının altında biriken düşünce yığınları aklına ağır geliyordu. 5 aydır kurtulmak için çabaladığı anıların denizinde boğuluyordu sanki. Ayak bileğine bağlanmış bir ağırlık onu dibe çekiyor ve artık çırpınıp durmanında bir anlamı kalmıyordu. O ağırlık tam önünde özenle yan yana konulmuş bir çift ayakkabıdan başka bir şey değildi. Sabah Gökhan'la yaptığı konuşmanın üzerine eve gelince dolabında dalga geçer gibi "hayır, unutamazsın, unutmayacaksın" dercesine karşısına çıkmıştı bu ayakkabılar. Unutmak için çabalamanın ne kadar boş olduğunu göstermişlerdi.
Adam içki bardağını kafasına dikti ve eğilerek koltuğun önündeki sehpaya sertçe bıraktı bardağı. Elleriyle yüzünü kapattı ve koltukta geri yaslandı. Gökhan bu sabah ondan bahsetmeseydi, Yağız kafasını dağıtmak için evde o kadar çalışmasaydı ve o lanet dosyayı nereye koyduğunu hatırlasaydı; bugün sedece geçen normal günleri kadar acı verici olacaktı. Hafif bir kalp sızısı kadar. Ama ne yazık ki bunlar yaşanmış, Yağız'ın üzerine bir örtü çektiği bütün gerçekler aklına doluşmuş ve Yağız'ı dağıtmıştı. Özlem mi daha çok acıtıyordu yoksa hala süren kırgınlığı mı bilmiyordu. İkisinin arasında yıpranmak çok yoruyordu sadece. Hem koşarak ilk uçağa atlayıp İstanbul'a dönmek istiyor hem de nasıl kandırıldığı aklına geldikçe İstanbul'un adını bile anmak istemiyordu.
5 ay önce bütün doğrularının, tüm hayatının yalan olduğu gerçeğiyle sarsıldıktan ve sevdiği kadının bu yalanın bir parçası olduğunu öğrendikten sonra onu İstanbul'a bağlayan hiçbir şey kalmamıştı. 5 ay öncesine kadar çocukluğundan kalma bir nefretle andığı Amerika, Yağız için tek çıkış yoluydu. Aynı yakın zamanda bir kez daha İstanbul'a sığmayarak gitmeyi denemesi gibi, bavulunu toplamış ve bulduğu ilk uçağa atlamıştı. Bu sefer onu yolundan döndürecek hiçbir şey olmamıştı. Yalnızca karşısında gitmemesi için yalvaran kadının yanından geçmek ayaklarını titretmişti. Hemen arkasında kendinden bir parçayı bıraktığını bilerek ama öfkesine tutunarak yürümüştü Amerika uçağına.
Her şeye yeni baştan başladığı bu şehirde, eski hayatına dair hiçbir şey görmek istememekte kararlıydı. Ancak sandığı kadar kolay olmamıştı. Daha buraya taşındığı ay, İstanbul'daki evi boşaltıldığı için özel eşyaları Yağız'a gönderilmişti. Bu onun kararını sarsmamıştı, asıl o eşyaların arasından çıkan ayakkabı kutusu mahvetmişti her şeyi. O zaman yüzüne bile bakmadan kaldırdığı kutuyu atmaya eli varmadığı için şimdi kendine kızıyordu.
Ortadan kaldıramadığı bir şey daha geldi aklına. Daha iki gün öncesine ait tazecik bir şeydi. Odasından bilgisayarını alıp yeniden koltuğa oturdu. Mantığı bunu yaparsa geri dönemeyeceğini çığlık çığlığa bağırıyorken, Yağız hazır bu kadar dipteyken kalbinin buyruğuna karşı koyamıyordu. Gökhan'ın söyledikleri aklında dolaşıyor ve iradesini yerle bir ediyordu.
Gökhan'la konuşmasını hatırladı bir kez daha. Aslında Gökhan Hazan'dan bahsetmemeye özenle dikkat ediyordu Yağız'la konuşurken. Ancak bu sabah, bir anlık boşluğuna gelip Hazan'ı anınca ağır bir sessizlik çökmüştü ikili arasına. Yağız tepkisiz kalmış ve daha önce yaptığı gibi konuyu hemen değiştirmek yerine beklemişti. Gökhan bu sessizlikten cesaret alıp devam etmişti konuşmaya.
"Belki duymak istemiyorsun ama merak ettiğini biliyorum. Fena değil... ilk zamanlardan sonra biraz toparladı. Daha iyi ama hatırladığından çok farklı Yağız."
Sonra hızla konuyu değiştirmişti Yağız. Bu kadarını duymak bile kalbini ikiye ayırmaya yetmişti. Onun kötü olduğunu tahmin etmek zor değildi, Yağız'ı kalkıp İstanbul'a dönmeye zorlayan yanı sürekli hatırlatıyordu buna kendisine. Ama elinden gelen bir şey yoktu. İçindeki koca boşluğu yok sayıp Hazan'ı affedemezdi. Affedemiyordu.