SEVGİ

181 2 1
                                    

İnsanlığımızla ilgili bağımızı kaybettiğimizi düşünüyorum. Belki kendi amacımızla olan bağlantımızı kaybettik. En fazla önem taşıyan değerleri göz ardı ettik. Çoğumuz hayatımızın geri kalanını yaşamın sahilinde güvenlik içinde geçirmeyi seçmiş durumdayız. Cesaretimiz azaldı. Yolların bekleyerek değil, yürüyerek aşıldığını unuttuk belki de… İşte bu nedenle son zamanlarda mutluluğu, sevgiyi sorguluyor oldum.
Söz sevgiden açılmışken, yeni belki de geç öğrendiğim bir şey var. Sizin kimi ne kadar sevdiğiniz artık önemli değil şimdilerde benim için…. Sizin kimi ne kadar sevdiğinizden daha çok, sizi kimin ne kadar sevdiği ya da sevmediği çok daha önemli.

Duygusal zarar ve hayal
Hayal kurmak muhteşemdir, gereklidir ama hayaliniz sevgi üzerineyse, hayal kırıklıkları biriktirirsiniz. İşte bu aşamada da devreye realizm girer ve emeğe bakarsınız. Çoğu zaman da bakınca, duygusal zarardasınızdır. Sevgi emek ister. Ama ya siz vermezsiniz bunu ya da o kadar yorulduğunuzu düşünürsünüz ki, belki de değecek olana vermekten bu kez esirgersiniz onu.
Bilmediğimiz için (ne zaman öleceğimizi- bugün bir arkadaşımla bu konuyu konuştum. Bana sen daha çok yaşarsın dedi. Ben falına baktım çok yaşayacaksın diye gırgır yaptı. Ben de, "sürünerekse istemem" dedim ama-), yaşamayı tükenmeyen bir iyilik sanırız. Ancak her şey sadece birkaç kez olur ve aslında bu tekrarlar çok azdır. Çocukluğumuza ait kişiliğinizde derin bir yeri olan ve o gün olmadan yaşamınızı düşünemeyeceğiniz belli bir öğleden sonrayı, daha kaç kez hatırlayacağımızı düşünmeyiz bile. Belki dört-beş kez daha… Belki de o kadar bile değil. Dolunayı daha kaç kez seyredebileceğiz ki? Belki yirmi. Ancak yine de her şey sınırsızmış gibi görünür bize. Bu güzeldir. Norman Cousins, "yaşamın trajedisi ölüm değil, yaşadığımız süre içersinde ölmesine izin verdiklerimizdir" diyor. İnsanoğlunun en fazla ıstırap çektiği derin kişisel yenilgisi, kişinin aslında yapabilecekleriyle, sadece yaptıkları arasındaki farktan kaynaklanır. Bu sadece var olmakla, gerçekten yaşamak arasındaki farktır. Sadece yaşamı sürdürmekle, gerçekten yaşamayı başarmak arasında bir fark vardır. Üzücü olan, çoğu insanın içinde yatan insani armağanları göz ardı etmesi ve hayatlarının en güzel yıllarını bir odada ve kendiyle geçirmeye boyun eğmesidir. Çünkü diğerini almak çoğu zaman yorucudur, zordur, korkutur…

Gücün saklandığı yer
Bu yazının sonu nereye varacak diye doğrusu ben de merak ediyorum. Ama bugün gazeteleri ve yazarları açıp baktım ki hep aynı şey. Ya Mustafa, ya Atatürk, ya 10 Kasım, ya hala Obama….
Bana göre en güzel yazıyı Hürriyet Gazetesi’nde Ahmet Hakan yazmış. "Yetti gayri" diyor. "Mustafa, Obama, yeter artık…" Bunu çok beğendim. Böyle olunca da kafamdaki ABD ve bundan sonrasına ilişkin analizi yazmaktan vazgeçtim. Ya da erteledim. Durum böyle olunca bir 10 Kasım ve Atatürk’ü nasıl kullanıp tüketenleri yazmak ikinci seçeneğimdi baktım ki, o da bu ruh haline uymuyor. Onu da erteledim. Geriye yukarıdakiler kaldı. Şimdi bir son söze ihtiyaç var diye düşünüyorum ve Hint mitolojisinden gelen bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Hikaye şöyle:
Binlerce yıl önce dünya üzerinde yürüyen herkesin bir tanrı olduğuna inanılırmış. Ancak insanoğlu bir sınırsız gücü suistimal ettiğinden, üstün tanrı hiç kimsenin bulunmaması için bütün potansiyellerin kaynağı olan tanrıyı saklamaya karar verir... Ancak asıl sorun böyle bir şeyin nereye saklanacağıdır. Birinci danışman, yeraltının derinliklerine saklanmasını önerir, fakat üstün tanrı, "Hayır bir gün biri yeterince derini kazıp onu bulacaktır" diye yanıtlar. İkinci danışman, "Peki tanrıyı en derin okyanusun dibine saklasak" diye öneride bulunur. Üstün tanrı, "Hayır bir gün biri yeterince derine dalıp onu bulur" der. Üçüncü danışman söze atılır, "Şey, o halde neden en yüksek dağın tepesine koymuyoruz?" Üstün tanrı hemen cevaplar; "Hayır, bir gün birinin en yüksek tepeye ulaşıp onu bulacağına eminim." Bir süre düşündükten sonra, üstün tanrı çözüm bulur:
"Bütün insanlığın bu güç kaynağını, potansiyelini ve amacını bu gezegendeki tüm erkeklerin, kadınların ve çocukların kalplerinin içine koyacağım, çünkü oraya bakmak hiçbir zaman akıllarına gelmeyecektir."

Yazar: Nuray Başaran

Her konuda seçme makaleler Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin