Tüm gözler üzerimdeymiş gibi hissediyorum. Sanki herkesin odağında daima ben varım. Terliyorum ve ellerim titriyor. Bir sırrım olduğunu biliyorlar. Her hareketimi izliyorlar. Yere düşürdüğüm kalemimi aldığımda, biyoloji sınıfına girerken, okuldan çıktığımda... daima beni takip ediyorlar. Yaptığım şeyi biliyorlar. Kim olduğumu biliyorlar. Gerginim. Dik durmak için çabalıyorum. Oysa kafamı yerden kaldırmak istemiyorum. Beni suçlayan gözleri görmekten korkuyorum. Göğe bakmaktan korkuyorum. Biliyor olmalılar. Herkes biliyor olmalı. Bir suçu gizlediğimi biliyor olmalılar.
Ama neden gizlediğimi bilmiyorlar.
Ve asla öğrenemeyecekler.
*
Okulun 2. haftası
Alarmın çalmasına neredeyse bir saat varken uyandım. Hava henüz aydınlanmaya başlıyordu. Dolabımdan siyah yağmurluğumu alıp sessizce giyindim. Kapının kenarında duran postallarımı da yine aynı sessizlikte ayağıma geçirdim. Geçen yıl annemin eşyalarının arasında bulduğum an onlara vurulmuştum. ayağıma 2-3 numara büyük olsalarda vazgeçilmezlerimdi. O kadar çok seviyordum ki bazen hava 30 derece olduğunda bile giyiyordum. Sevdiği şeyler asla değişmeyen ve onlardan vazgeçemeyen insanlardandım. Her şey başıma bu yüzden geliyordu.
Parkelerin üzerinde parmak uçlarımda ilerleyerek odamdan çıktım. Merdivenleri sessizce inip kapıyı açtığım gibi kendimi bomboş sokağa attım. Bir saat sonra okula gidecektim ama sırt çantamı yanıma almamıştım. Sadece yağmurluğumun cebine son anda attığım telefonum vardı yanımda. Okula gitmemin tek sebebi evden uzak durmak istememdi. İki haftadır okula gidiyor olmama rağmen ne yeni öğretmenlerimin adlarını ne de ders programını biliyordum. Dediğim gibi derslerle bir işim yoktu. Oysa geçen yıllarda iyi bir öğrenciydim.
Bir süre sahile inip oturdum sonrasında kendimi yine boş sokaklarda buldum. Girdiğim dar sokak aydınlanırken, gelmek istediğim yere vardığımı fark ettim. 4 yaşındayken hayranlıkla baktığım, içini görmek için can attığım küçük karavan ev. Aslında sokak baştan sona karavan evlerle doluydu ama bu ev hepsinden farklıydı. Minik pencerelerinin önünden sarkan çiçekler, tavanına doğru uzayan sarmaşıklar, yerlerde boydan boya saksıların içinde büyüyen rengarenk çiçekler, güller, manolyalar, kaktüsler... Evi ilk gördüğümde babamın elini çekiştirip "Baba, bak çiçek ev!" demiştim. Gerçekten de öyleydi çiçek ev, büyülü ev. Hayatımın en güzel günlerini orada geçirmiştim. Şimdiyse eve baktığımda güller susuzluktan solmuş, çiçeklerin bir çoğu kurumuştu. Güneş karavan evin arkasında tüm ihtişamıyla doğarken çiçek ev, büyülü bir ev değildi artık kırgın bir evdi, üzgün bir evdi.
Evin kapısı gıcırtılar eşliğinde açıldığında, hızla karavan evlerden birinin arkasına geçip kendimi gizledim. Luke'un saçları güneşle kızıl rengini almış parıldıyordu. Tek ayağının üzerinde sekerek sol ayağına ayakkabısını geçirmeye çalışıyordu. Kalbim anında deli gibi atmaya başladı. Başım dönüyordu. Bakışlarımı üzerinden ayırıp karavan eve sırtımı iyice yasladım. Telefonumu çıkarıp saate baktığımda artık okula gitmem gerektiğini fark ettim. Gitmek için adımımı attığımda Luke yanımdan büyük adımlarla geçip gitti. Dikkatsizliğime söverken hızla nefes alıp veriyordum. Beni görmemişti.
*
Okula geldiğimde yine bakışlarımı yerden kaldırmayıp hızla sınıfa gittim. En arkadaki boş sıralardan birine oturup kafamı sıraya koydum ve 2 haftadır yaptığım gibi uyuma numarası yapmaya başladım.
Uyuma numarası yapmanın üç güzel yanı vardı ilki, kimse sizi rahatsız etmiyor, gereksiz şeyler hakkında konuşmuyordu. İkincisi, hiçbir hoca soru sormuyordu. Üçüncüsü, bir süre sonra gerçekten uyuyordunuz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARAVAN
Mystery / ThrillerTüm gözler üzerimdeymiş gibi hissediyorum. Sanki herkesin odağında daima ben varım. Terliyorum ve ellerim titriyor. Bir sırrım olduğunu biliyorlar. Her hareketimi izliyorlar. Yere düşürdüğüm kalemimi aldığımda, biyoloji sınıfına girerken, okuldan çı...