Leonidas hastanede bir türlü işine kendini verememişti zihnini meşgul eden bir çift mavi göz tüm dikkatini dağıtıyordu. Günlerdir aradığı genç hanım ayağına kadar gelmiş hiç olmayacak bir kabalıkla onu kovmuştu. Kendini veremeyince abisi Yorgo'nun yanına gitmeye karar verdi. Iki kardeş kordondaki patisseriye oturmuş kahvelerini içiyorlar bir yandan da keyifle muhabbet ediyorlardı.
"Demek Eleni seni affetti."
"Gönlünü aldım. Senin cephede bir gelişme var mı?"
"Yok. Aslında olacaktı ama."
"Ama?"
"Ben biraz densizlik ettim." Leon olup biteni anlattığında abisinin onaylamaz bakışları ile yüzünü fincana çevirdi. Evde olsalardi başına bir şaplak yiyeceğinden adı kadar emindi.
"Densizlik değil senin ettiğin eşeklik etmişsin."
"Gönül alma sırası bana geçti demek."
"Öyle oldu. Eleni gelecek birazdan şık giyinimli bir hanımdı diyorsun. Belki onların butikten giyiniyordur. Bir tarif ederiz tanıdığı çıkabilir."
"Umarım. Albay ailesinden o kadar ümidi kesmişki kızını karşısına çıkarmadan en ufak bir şey söylemeyi düşünmüyorum. Kızla konuşup emin olmam gerek."
"Kolyesinde fotoğrafları var Leon saçmalama kız neden bir yabancının fotoğraflarını taşısın."
"Öyle öyle tabi."
Eleni küçük şapkasını çıkararak masaya oturana kadar kimseden ses çıkmamıştı. Hoş geldin nasılsın sorularından sonra Leon kıvranarak da olsa sormuştu.
"Senin boylarında dalgalı saçları var. Sarı saçlı mavi gözlü."
"Leom emin misin Türk olduğuna daha çok Rumları tarif ettin."
"Eminim eşarp takıyordu."
"Yok benim öyle tanıdığım bir genç hanım." Aklına Hilal geldiyse de düşündü. O olması pek mümkün değildi hem evliydi Leon'u boş yere üzmeye ne lüzum vardı. "Ancak dikkat edeceğim görür görmez de sana haber ulaştıracağım şüphen olmasın."
"Teşekkür ederim. Ben eve dönüyorum görüşmek üzere."
"Otursaydın abicim."
"Yok sağol."
Leon akşam yemeğinde hiç ummadık bir şey ile karşılaştı. Babası ondan başkasına güvenemeyeceğini söyleyerek onu ufak bir birliğin başına geçirmişti. Izmire bu gece Türk direnişi için önemli olan birinin kaçak girecek olduğu bilgisi gelmişti. Vasili bu çok önemli görevi Hekim Yüzbaşı olan oğluna vermekten çekinmedi.
Leon bekledikleri kapalı siyah faytonun tamda tarif edildiği gibi işlemeli kasnak tekerleklerini görünce işareti verdi. Faytonun etrafı bir anda sarılırken arabacı zorla atları durdurabilmişti. Iki er arabacıyı kolundan tutup yere indirdiğinde Leon silahını doğrulturak temkinki adımlar ile kapıyı açıp içerdekilere silahı doğrulttu.
Hilal kendisine doğrultan namlu ile silahının kabzasını daha da kavradı. Yüzbaşının yüzünü gördüğü an şaşırdı. Karşısındaki kişinin de ondan farkı yoktu. Leon şaşkınlıkla kocaman açılan gözlerini kapadı. Hafif bir tebessüm ile silahını yerine koydu.
"Beni hatırladınız mı?"
"Evet. Lakin biz sizi hekim bilirdik eşkiya değil."
"Eşkiya?"
"Eşkiya tabi sizin gibi yol kesenlere denir. Hangi sebeple yolumuzu kesiyorsunuz siz kim oluyorsunuz!"
"Hanımım.." Ayse korkarak Yunan subayına diklenen Hilal'e fısıldıyordu kırık dökük bir ses ile. Leon ise karşında çakmak çakmak olan gözlere bakmaktan kendini alamıyordu. Nasılsa dik duruyor kafa tutuyordu. Nasıl cesaretliydi.
"Silahınızı verin."
"Vermiyorum. Beylik silahlara da mı el koyuyorsunuz!"
"Verin dedim bu sinirle bir kaza çıkaracaksınız." Hilal dışardan gelen askerlerin sesini duyunca baska çaresi olmadığını anladı. Silahı istemeyerek de olsa genç adamın iri avcunun içine bıraktı.
"Arabadan inmeniz icap ediyor karakola kadar ben eşlik edeceğim size."
"Ne karakolu?"
"Küçük hanım gerekli bilgilendimeyi orada yapacağız."
Hilal daha fazla diretmeyerek Leon'a uydu. "Müsaade edin de kaftamını giyeyim."
"Çabuk olun." Leon kırılan tekerlekten dolayı sağa çökmüş faytondan atladı.
"Teğmen! Beklediğimiz adam bu gece gelmeyecek."
"Ama nasıl olur. Malumat sağlam yerden gelmişti."
"Her malumata inanırsanız böyle olur. Önünü ardını araştırmadınız mı!"
Hilal, Leon'un sinirlenişi gördükçe kendini gülümsemekten alamıyordu. Ne olduysa bekledikleri gerçekleşmemişti. Yunan'ın aleyhine olan Türklerin lehine demekti. Hilal bordo kenarlari kalın kürklü olan pelerinini geçirdi üzerine şapkası ile saçlarını güzelce örttü. Leon'un ona uzanan elinin yardımını almadan faytondan indi.
Diğer askerler bu güzel genç hanımı sürmekten çekinmiyordu. Kimisinin arsız bakışları Hilal'i rahatsız etmişti. Bu durumdan en az Hilal kadar rahatsız olan biri daha vardı. Biri cok güzel olduğundan bahsediyordu. Diğeri daha önce nasıl görmediğine hayıflanıyordu bir öbürünün aklından keske Yüzbaşı burada olmasa diye geçiriyor peşi sıra çirkin düşüncelerini yüzüne yansıtıyordu.
"Dönün önünüze kesin fısıldaşmayı!" Leon'un kendi anadilinde söylediklerini anlam veremeyen Hilal omuz silkti.
"Buyrun atıma bineceğiz." Hilal, Leon'un eliyle işaret ettiğe ata bakıp tek kaşını kaldırdı. "Bineceğiz?"
"Siz ve ben?"
"Kafayı yemişsiniz hepiniz. Yok yere faytonumuzu kullanılmaz hale getirdiniz. Birde neden olduğunu bilmediğim bir şekilde apar topar karakola götürülüyorum hiç bir açıklama yapılmıyor. Yabancı bir adam ile ayni ata bineceğim söyleniyor ölürüm de binmem."
"At kullanmayı bilmiyorsunuzdur. Bu soğukta yolumuz uzun sizin yürümenizi bekleyecek kadar da boş vaktimiz yok. Şimdi binin dedim şu ata." Leon hiç sesini yükseltmek itemesede askerlerin yanında itibarını korumak için böyle davranmak zorunda kalıyordu. Ayse korkudan titrerken Hilal'in içinde ise hic korku yoktu, biliyorduki bu Yüzbaşı kendisine zarar verecek olsa çoktan bunu yapardı. Küçümseyici bir gülüş ile gösterdiği ata ilerleri. Leon yardımcı olmak için öne çıkmıştı. Elinin tersi çekilmesini işaret etti, pelerinini geriye savurdu tek hamlede atın üzerine oturup kayışı eline aldı atı yarım daire çevirerek Leon'a yukarıdan baktı.
"Atınızı ödünç alıyorum. Kırdığınız faytonuma sayın." Ayseyi arkasına alıp atı ilerletmeye başladı.
Ona olan hayranlık ile parıldayan kehribar gözler gülümsüyordu. Hilal'in pelerini rüzgarda dalgalanıyordu genç kadın usta hareketler ile atı kontrol ediyor sık ağaçların arasında ay ışığının aydınlattığı toprak yolda ilerliyordu. Gecenin ona sunacakları henüz bitmemişti. Esas hikaye asıl şimdi başlıyordu.