"Evet... Sonunda herkes burada. Beyler ve Mika" dedi Mika'ya dikkatlice bakarak. Tüm yüz hatlarını ezberlercesine. Sonra Dan ve Pell'e bakarak devam etti. " Mente denen cadı buranın içinde olmalı. Onu bulup krala teslim etmekle yükümlüyüz. Canlı ya da cansız..."
İçi büyük bir umutsuzlukla mağaraya girmeye başladı. Ufak ufak örümcekler ve tarantulalar boy göstermeye başladı. İlerledikçe mağaranın kasveti ve karamsarlığı içlerine işliyordu. Parça parça dökülüyordu sanki tepeden çakıl parçaları. Belki de kasvet ve karamsarlığın getirdiği bir halüsinasyondu. Yavaş yavaş sert ve pürüzlü kayalara basa basa geçtiler. Ve ucu bucağı görünmeyen bir uçuruma denk geldiler. Karşıya sadece bir eski köprü ile geçiliyordu.
Tipik halat ve tahtadan yapılmış köprüydü. Yavaşça önden Aryen , arkasında Mika, Dan ve Pell şeklinde gidiyorlardı ki bir anda Pell geriledi ve ipler koptu. Herkes köprüye tutundu ve köprü yan duran uçurumun duvarına yapıştı. Ve hepsi asılı kalmaya çalıştı ki Mika bunu yapamadı tam düşecekken Aryen kolunu bileğinden kavradı ve yukarı sertçe kaldırıp çıkardı.
Hepsi yavaşça üste çıktı. Ama dönüş yolları kalmamıştı ve çok ses vermişlerdi. Birazdan birileri bakmaya gelecekti.
Pell nasıl bu kadar gözü kara olabilirdi. Nasıl Afroz'un ölümü yüzünden bize bu kadar kötü olabilirdi. Öldüresiye bir kini vardı belli ki. Onun da gerçek yüzü ortadaydı. "İhanete uğradık." dedi Aryen kararlılıkla.
"Güvenmemeliydik ona... Ama şu an bunu değil görevimizi düşünmeliyiz." diyerek kararlı bir şekilde yola devam etti.
Soğuk ve sert zemine deri ayakkabılarla ses çıkarmadan yavaş yavaş ilerliyorlardı. Aryen ara sıra elini Lore'un sapına atıyordu. Ortam kararmaya başlıyordu. Aryen gelmeden önce hazırladığı ucu bez sarıl el yapımı bir meşaleyi yakmaya başladı. ve bütün karanlığı yuva edinen büyük bir parıltı gözlerine ilişti.
Yaklaştıkça parıltı büyük bir koloniye açılıyordu. dev bir mağara ve içi oyuklarla dolu duvarlarla dolu, yollar ise istisnasız her oyuğa bağlanan taş iskelelerle yapılıyordu. Her yerde örümcekler ve tarantulalar geziyordu. kimse görmeden hemen bir taş yığınının arkasına saklandılar.
Aryen ''Hepsini öldüremeyiz ama eğer liderlerinden kurtulursak hepsinden kurtuluruz.''
dedi. Kendine bile mantıksız gelen bir durumdu ama suikast yapmayı hep istemişti.
''Öncelikle şu oyuklardan birine girmeliyiz onlardan birinde barınmamız yeterli olur.'' dedi ve yola koyuldu. Her yerden kazma sesleri geliyordu ve Menh denen dev örümcekler madencilikten başlarını kaldırmıyorlardı. zaten kaldırsalar Aryen ve diğerleri net şu an ölüydü.
Bir oyuk buldular ve içine girdiler. İçeride üstünde çiğ et parçaları kalmış insan olduğu tahmin edilen ve vahşice çiğ çiğ yenmiş ölülerin iskeletleri vardı. ve bunlar muhtemelen bundan şikayetçi değillerdi.
Bu her halde bu boyutun en kötü ırkıydı... Ya da kötüleştirilmiş ırktı. Dev oyuğun dışarısında ortada tavanla buluşan büyük ve pürüzlü bir sütun vardı. ve en üstünde de bir balkonda emirler yağdıran bir cadı duruyordu... Mente cadıların da cadısı, kötülerin de kötüsüydü bu kadın.
Anlamaya çalışıyordu Aryen. Neden böyle yaptığını. Ama işte aklı almıyordu. neden insan yemeğini yediği ve suyunu içtiği bir vatana böylesine ihanet eder ki. Terk etmesini dahi anlardı ama bu şekilde bir ihanet çok iğrenç ve korkunç bir şeydi. ''Yüzsüzlüktür resmen. Adiliktir bu!'' diyerek isyan etti. ''Derhal haddi bildirilmeli. hem daha sonra bu Menhler de eğer iyi ruh haline bürünürlerse affedilebilirler.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeni Boyut
FantasyYüzyıl, ne kadar basit birşey değil mi? Ama detaylıca düşünecek olursanız kısa olmadığını anlayacaksınız. Saatler, dakikalar ve hatta saniyeleri bile zor geçirirken yüzyıllara nasıl dayanabiliriz ki? İnsanoğlu neydi? Kimlerdi? Yüzyıllarca yaşayabili...