İnceden bir kıpırtı oturur insanın içine; dur dersin durmaz, sus dersin susmaz..
Bir yanı uçuyordur kalbinin diğer yanı tutsak..
Şuana dek çok kere teoride ne olması gerektiğini düşünmüşsündür ama gerçekte ne olduğunu hiç farkedememişsindir.
Çünkü her zaman olması gerekeni istemez insan..
Akıl ve kalp savaşının nihayetinde kalbin, aklının önüne geçmeyi başaramaz.
Ee çünkü akılda yılların idmanı vardır. Aşk ise yeni doğmuş bir çocuk kadar kimsesiz ve şaşkın.
Ve mantığınla davranmaya devam edersin..
O kadar mantığına göre yaşarsın ki kendinden bile sıkılırsın çoğu zaman.
Çocukluk yapmak istersin.
Düşünmeden, sadece hissetmek.. Kalbinin uçan kısmını özgür bırakmak istersin.
Özgürce, fütursuzca konuşsun; dilediği gibi davransın da, geriye dönüp baktığında vicdan azabı çekmesin istersin.
Gözlerine bakmak mesela hiç çekmeden, gözlerine bakmak istersin sadece..
Gözlerinin içindeki o sabırsız, masum çocuğu hissedebilmek için sadece bakmak gözlerine hiç konuşmadan..
Bunları istersin de gözünün içine bakmak istemiyo gibi davranırsın ya karşısına gelince, hani önemsizmiş gibi..
O sana baktığında istemiyor gibi davranır karşındakini de buna inandırsın ya istemeye istemeye ama buna mecburmuşcasına..
En sonunda oynadığın oyuna karşındakini inandırırsın. Fakat başarı, karşındakini inandırmak değil, kendini kandırabilmendir.
Kanmış fakat kendi oyununa yenik düşmüş kalbin kendini affetmeyeceği ise oldukça açıktır.