Yağmur, ilk yağdığına göre etkisini kaybetmişti. Yavaş yavaş çiselesesede kiramitlere vuran damlalar oldukça güçlüydü. 05:43. Gece uyuyamamıştım. Pencerenin önünde müzik dinleyerek yağmurun damlalar halinde yeryüzüyle buluşmasını izlemiştim. Her bir damla, bir heves uğruna kayboluyordu, tıpkı insanlar gibi.
Para, aşk, şan, şöhret, soyisim... gibi heveslere kapılıp sonucunda kendi çizgisinden sapmış olarak bulunuyorlardı. İnsanlar garipti. Elindekine şükür etmeyip hep daha fazlasını istemeleri yüzünden elindekini de kaybedeceklerdi. Siz siz olun, elinizdeki herhangi birşeyin değerini bilin. 1tl diye hor gördüğünüz para, bir çocuğun akşama eve götürdüğü çorba parası olabilir.Yatağımın üzerine dün ütüleyerek bıraktığım gömleğimi ve pantolonumu giyinmeye başladım. Bu sene alacağım test kitapları, okuma kitapları için çalışıp para biriktirmeye karar vermiştim.
Şehrin merkezinde bulunan küçük bir kafede garson olarak başlamıştım iki ay önce. Okulların açılmasına 1 ay vardı ve bu sene büyük seneydi. Sınav. Üniversite hayallerimin gerçek olabilmesine 1 sene kalmıştı. Herkesin vardır elbet böyle hayali, iyi bir üniversiteye gidip mesleğini eline almak. Kazanabilmek için az vaktim kalmıştı. Büyüklerimin bana söylediklerini dikkate almayıp son sene çalışırım demiştim ama şuan da hangi konuyu tutsam derdindeyim.
Tekrardan saati kontrol edip tarağı elime aldım. Iflah olmaz gürlükte saçlarım vardı. Bu çok canımı sıksa da bir bakıma seviyordum. Düşen saç tellerimi elimle topladıktan sonra yuvarlak bir top yapıp çalışma masamın kenarındaki çöp kutusuna bıraktım. Elime ballı nemlendiricimden biraz sıkarak yüzüme yaydım. Çok kuru yüzüm vardı ve nemlendiriciyle dengeleyebiliyordum ancak. Sırt çantamı alarak mutfağa indim. Annem henüz uyanmamıştı ki zaten bu saatte gayet normaldi. 06.30 . Nescafemi içip yağmurluğumu giydim. Anahtarları kontrol ettikten sonra dışarı çıktım yağmur durmuş fakat kasvetli havası hâlâ gitmemişti. Kulaklığımı takıp enerjimi yerine getirecek bir müzik açtım. Yürümeyi seviyordum hele ki yağmurlu havada heveslendiriyordu beni. Müziksiz yapamazdım, su gibiydi benim için. Playlistimi seviyordum özgür olabildiğim alanlardan biriydi. Bunları düşüne düşüne cafeye varmıştım07.00 . Tam zamanı. Kilidini açarak cafeye girdim. Öncelik olarak garson önlüğümü giydim. İçeriyi havalandırmak için camları açtım. Masaların üzerine duran saksı çiçeklerini de camların önüne yerleştirdim, rengarek çiçekler cafeye sıcak bir tat katıyordu. Masaları sildikten sonra kapıdaki poşetin içerisinde olan gazete ve dergileri alıp düzgünce yerleştirdim. Viledayla yerleri silerken cafenin sahibi Ömer Amca içeriye girdi. Elindeki montu askılığa astıktan sonra yanına gittim. "Ooo erkencisiniz yine." Diye takıldı bana. "Olması gerektiği gibi.." dedim matmazel edasıyla eliyle saçlarımı dağıttığında "off Ömer Amca yaa." Diye yakındım. Zaten kolay elektiriklenen saçlarımı her sabah böyle dağıtıyordu. Çıtçıtlı tokamla saçımı sabitleyerek içeriye gelenlere baktım. Kasiyerci Esma abla, bulaşıkcılar Nesrin ve Ayşe yenge, diğer garson Selin. Aynı satte gelmelerinin sebebini aynı mahallede oturmalarına bağlıyordum. Hepsi çok iyi, sıcakkanlı insanlardı. Bu cafenin belki de en sevdiğim ikinci özelliğiydi. Birincisi kesinlikle yemekleri. Ömer Amca'nın hazırladığı hiçbir yiyeceği ve içeceği başka yerde tatmadığınıza emin olabilirdiniz, çayına kadar.
Müşteriler yavaşça gelmeye başladıklarında bende adisyonu ve kalemi önlüğümün önündeki cebe bıraktım. Herkes yerlerini alırken ben Selin'le siparişleri almaya başladım.
Yağmur tekrardan yağmaya başladığı için gelen herkesin ayakkabısının bıraktığı su izleri zemini kaplamıştı. Viledayı alıp tekrardan temizlemeye başladım.
Içeriye gelen kişiye baktığımda kalbim yine deli gibi atmaya başlamıştı, onu her gördüğümde olduğu gibi. Yağmurluğunu çıkartıp askılığa astıktan sonra o sıcak gülümsemesiyle bana baktı. Başıyla selam verip silmediğim taraftan geçmeye özen göstererek her zamanki köşesine oturdu. Her hafta sonu buraya gelerek test çözerdi. Bende onu hayranlıkla izlerdim. Gözü dışarıda değildi, sadece işine odaklanıyor ve dış dünya ile ilişiğini kesiyordu. Bir ay boyunca haftasonlarını iple çekmiştim, onu görebilmek için. Geldiğinde çay ve sicak simit alırdı hep. Bunları bildiğim için sorma gereği duymadan yeni demlenmiş çayı ve sıcacık simiti tepsiye koyarak masasına ilerledim. Kulağında kulaklık vardı falat şarkı dinlediğini düşünmüyordum. Yanına geldiğimde elimdeki tepsiye ve bana baktıktan sonra yüzündeki gülümseme yayıldı. Test kitaplarını kenarı çekerek siparişlerini koymam icin yer açtı. "Ba-başka bir isteğiniz var mıydı?" Kahretsin, yine sesim titremişti. Hayır anlamında kafasını sallayarak gülümsedi. Geriye dönüp tepsini bıraktım. Aptal ben.. aptal ben.. aptal ben..