Nereye gidersiniz ilham almak için? Neresi sizi rahatlatır? Sizi mutlu eden yer, yaşadığınız şehirde mi yoksa basıp gitmeniz mi gerekir oraya ulaşmak için? Ne kadar küçüktür sizin şehriniz? Ne kadar büyüktür, olmak istediğiniz yer? Bir köy kadar masum olmayı mı isterdiniz yoksa bir şehir kadar kirlenmeyi mi?
Bunları bir kenara bırakalım. Size bir hikâye anlatmak istiyorum. İçinde benim de bulunduğum bir hikâye fakat size kim olduğumu söylemeyeceğim. Henüz söyleyemem. Hayır, hayır, korktuğumu düşünmeyin sakın. Bu kötü bir şey değil. Şunu sakın unutmayın: Kim olduğunu açıklamaya çekinmekten çok daha kötüsü, açıkladığın kişi olmamaktır. Benim böyle bir korkum yok. Size kim olduğumu sadece bir kere söyleyeceğim ve bu gerçek olacak. Size yalan söylemeyeceğim ancak sizden bazı şeyleri saklayabilirim. Bir şeyleri saklamaktan çok daha kötüsü, saklayacak bir şeyinizin olmaması mıdır sizce?
Nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Size koskocaman şehirlerde geçen olayları anlatmak isterdim. Ülkenin, unutulmuş şehirlerinde göremeyeceğiniz kadar yüksek binalar arasında dolaşmak güzel olmaz mıydı? Ne yazık ki anlatmak istediğim hikâye küçük bir yerde geçiyor. Belki adını bile bilmiyorsunuzdur bu şehrin. Belki de duymak istemiyorsunuzdur. Nedir bizi isimlerden nefret ettiren şey? Gördüklerimiz mi yoksa görmek istemediklerimiz mi?
Günlerdir hâkimiyetini sürdüren kara bulutlar, şehri oldukça boğucu bir havaya sokmuş olsa da orası her haliyle görülmesi gereken türden bir yerdi. Denizle iki yakaya ayrılmış olan bu yerleşim yeri, mütevazı binalarıyla o kadar masum görünüyordu ki tarihi havasını hiç kaçırmamıştı. Havanın iç açıcı olmamasına karşın, yılın o dönemi birçok gezginin o şehre olan iştahının kabardığı bir dönemdi. Ailesiyle yazlıkta üç ayını geçirmeye gelenler, arkadaşıyla otobüse atlayıp seyahate çıkanların yanı sıra tek başına yola koyulup bu şehre otostopla ulaşan gezginler de vardı. Şehrin tam girişinde duran arabadan inen genç adam da bu gezginlerden biriydi. İnmek için bilerek burayı seçmiş, merkeze kadar kendi başına yürümek istemişti. İçine ihtiyacı olan her şeyi doldurduğu koca çantasını arabadan zar zor çıkardıktan sonra orta yaşlı, babacan görünümlü şoföre teşekkür etti ve yoluna yürüyerek devam etti.
Hiç bilmediği bu şehrin her noktasını, oralara ayak basarak ve gerekirse kaybolarak hissetmek istiyordu. Bunu yapmaktan o kadar zevk alıyordu ki sırtındaki çantanın ağırlığı umurunda bile değildi. Yolda gördüğü her insana gülümseyerek ilerliyordu. Şehrin gerçekten de birkaç yüzyıl öncesinden kalmış gibi bir havası vardı. En yüksek sayılabilecek bina sadece yedi katlıydı. Şehrin bu özelliği, yıl boyunca büyük şehrin sorumluluklarıyla cebelleşen gezginin çok hoşuna gitmişti. Yürüyerek merkeze vardığında dinlenmeyi hiç düşünmedi. Gezmek istediği şehrin bir otel odasında sabaha kadar uyumaktansa oranın her sokağını görmek istiyordu. İnsanları takip ederek her yeri dolaşmaya başladı. Büyük şehirlilerin "market" bile demeyeceği küçüklükteki süpermarketleri, çocukların hâlâ saklambaç oynadığı ara sokakları ve işlek caddeleri gördü. Güneş usulca batmaya başladığında, deniz kenarında oldukça canlı bir bölgeye geldi. Sahil boyunca uzanan bu yer, insanların günün yorgunluğunu atmak için geldiği kordondu. Bilhassa günün o vaktinde o kadar asil görünüyordu ki şehrin bütün güzellikleri oraya yerleştirilmiş gibiydi. Üstelik tam karşıda, şehrin Avrupa yakası bulunuyordu. Gezgin bir köşeye oturmayı hiç düşünmeden kordon boyunca yürümeye başladı. Kordonun orta bölgesine geldiğinde sol tarafa yerleştirilmiş dev tahta atı gördü. Turistlerin, tıpkı Pisa Kulesi'nde yaptığı gibi tuhaf hareketler yaparak fotoğraf çekinmeye çalıştığı bu tahta at, şehrin tarihindeki çok önemli bir dönemin simgesiydi.
Gezgin, biraz daha ilerleyip kordonun sonuna geldiğinde çay bahçesinin girişinde bekleyen garip bir adam gördü. Adamın görünüşü resmen tezatlıklardan oluşuyordu. Saçlarıyla sakalları hayli uzun ve pis, ayakkabılarıysa yırtık pırtıktı. Buna rağmen üzerinde –nasıl temiz kaldığı meçhul olan- bir takım elbise vardı. Elindeki şarap şişesini ağzına yaklaştırıp önce kokluyor, sonra bir yudum içip tekrar kokluyordu. Karşıdan gelen gezgini görünce onu dikkatlice süzmeye başladı. Gezgin oldukça masum görünen, kısa saçlı ve zayıf bir gençti. İkisinin de aynı anda birbirini süzmeye başlaması bir tesadüftü. "İnceleme" işini ilk bitiren ve konuşmaya başlayan kişi, tuhaf adam oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Periler Sokağı
FantasiHiç bilmediğiniz bir şehre, yeni yerler keşfetmek için tek başınıza gitseniz ve karşılaştığınız tuhaf görünümlü adam size "Sana perileri göstereceğim!" dese, peşinden gider miydiniz?