Haeji elinde sıkı sıkı tuttuğu yan flüt çantası ile birlikte, yavaş ve gergin adımlarla oraya doğru ilerliyordu. Güneş yeni yeni batmaya başlamıştı, güneşi sol yanına alarak ilerleyen Haeji, gökyüzünün muhteşem kızıllığının kendisine hissettirdiği güzel duyguların etkisi ile kendisini olması gerekenden çok daha heyecanlı hissediyordu.
Jungwoo'nun neredeyse her gün aynı parka gittiğini ve göl kenarına oturup yalnız başına gökyüzünü izlediğini bildiğinden dolayı, bugün kendi isteği ile oraya gitmek ve hiçbir şey söylemeden Jungwoo'nun yanına oturmak, flütünü çalmak istemişti.
Haeji göle ulaşıp Jungwoo'yu gördüğünde ne yapacaktı, bilmiyordu. Onun orada öylece oturduğunu gördüğünde, hissettiği heyecandan dolayı onun yanına yaklaşmak bile istemeyebilir ve aldığı bu karardan vazgeçerek gerisingeri evine dönebilirdi.
Sonunda yemyeşil parkın önüne ulaştığında, adımlarını merdivenlerin başında durdurup göle doğru baktı. Güneş batmıştı, ama gökyüzü hala aydınlık sayılırdı. Haeji aralarındaki uzaklığa rağmen gölün kenarında birinin oturduğunu rahatlıkla görebiliyordu.
Adımını merdivenin ilk basamağına sessizce attı. İkinci basamağı, üçüncü basamağı indi ve sonunda ayakları çimenlere ulaştı. Yavaş adımlarla göle doğru ilerlemeye başladı, ne kadar yavaş ilerlerse fikrinden vazgeçme olasılığı o kadar azalır ve Jungwoo'nun yanına gitme isteği o kadar artar diye düşünüyordu, düşüncelerinde haksız olduğu söylenemezdi.
Haeji'nin attığı yavaş adımların çimenlerde çıkardığı sesler Jungwoo'ya yaklaştıkça, göl kenarında yalnız başına oturan Jungwoo arkasından birinin gelmekte olduğunu fark etti. Herkese açık bir parkta oturduğundan dolayı bu sesi fazla umursamadı, göl kenarında gökyüzünü izlemek isteyen herhangi biri gelmiş olabilirdi.
Ancak Haeji Jungwoo'nun yanına geldiğinde ve aralarında bir kişilik mesafe bırakarak yere oturduğunda, o kişinin Haeji olduğunu anlayan Jungwoo şaşkınlıkla yutkundu. O yöne bakmadan da, parfümünün kokusundan ve gölgesinden Haeji olduğunu anlayabilmişti. Nasıl anladığını bile anlayamadan, onun Haeji olduğunu rahatlıkla fark etmişti.
Jungwoo yanındaki sırt çantasını kucağına aldı ve yutkundu, gözleri isteği dışında kocaman açılmıştı. Haeji dönüp, ondan tarafa baksaydı, yüzündeki komik şaşkınlık ifadesine gülebilirdi.
Haeji flüt çantasını ve müzik defterini önüne koydu. Çantasından flütünün parçalarını çıkarıp birleştirdi ve defterinden istediği bir sayfayı açtıktan sonra yan flütünü dudaklarına yaklaştırdı. Hava biraz daha kararmıştı. Haeji önündeki notalara bakarak flütünü çalmaya başladığında Jungwoo derin bir nefes alarak heyecanının büyük kısmını üzerinden attı, kucağındaki çantasının fermuarını açtı.
Haeji içine hapsettiği heyecanının dışarı çıkmasını önleyebilecek kadar yoğun bir dikkatle, odaklanmış bir şekilde, notalara bakıyor ve hemen yanında oturuyor olduğu Jungwoo'ya rezil olmamak için elinden geleni yapıyordu.
Jungwoo teleskopunu kurdu, mercekleri ayarladı. Haeji insanın uykusunu getirebilecek derecede sakin olan ve ninniye benzeyen bir parçayı yan flütü ile çalarken, Jungwoo teleskopu ile gökyüzündeki yıldızları inceliyordu. Haeji'nin çaldığı müzik, Jungwoo'nun yıldızların güzelliğinin büyüsüne kapılmasını kolaylaştırıyordu.
Haeji çaldığı parçayı değiştirdiğinde, Jungwoo teleskopuna takılı olan merceği değiştirdi. Bu, birkaç kez tekrar etti. Ara sıra Haeji yanlış bir notaya basıyor, elinde olmadan bağırıyordu. "Amanın! Yanlış nota!"
Ardından doğru notaya basarak, parçayı çalmayı sürdürüyordu.
Bu şekilde bir saat geçirdiler. Haeji bir başka parçaya geçtiğinde, Jungwoo yeniden teleskopunun merceğini değiştirdi.
Bir süre sonra, Haeji henüz parçasını bitirmeden, Jungwoo bağırdı. "Andromeda!"
Haeji müziğini çalmayı yarıda keserek flütünü yere bıraktı. Uzun süredir Jungwoo'nun yanında oturuyor olduğundan dolayı, heyecanından eser kalmamıştı; ancak Haeji'nin parka girdiği ilk anda olduğundan çok daha heyecanlı gözüken Jungwoo iki adımda Haeji'ye uzanıp onun kolundan tuttuğunda, Haeji eski heyecanını aratmayacak türden bir kalp çarpıntısına maruz kaldı. İç sesinin attığı çığlıklar, Haeji'nin beyninin zonklamasına neden olarak kafasının içinde yankılandı.
AMAN TANRIM!
Jungwoo, Haeji'yi teleskopunun yanına götürdü ve onun kolunu bırakıp eli ile teleskopu işaret etti. Gözlerinin mutluluk ve heyecan parıltıları ile dolu olduğunu gören Haeji, elinde olmadan gülümsedi ve teleskopun merceğine doğru eğildi. Teleskopun merceğinde gördüğü karanlığa dağılmış parlak yıldızların arasında, dikkate değer olarak gördüğü tek şey; bir yıldız ve yıldızı çevreleyen beyaz renkli sis bulutuydu.
Haeji gülümsemesinin solmaması için kendine zorlukla hakim olurken, başını kaldırdı ve Jungwoo'ya baktı. "Sen Andromeda diyince ben..."
Jungwoo Haeji'den önce yok etti, yüzündeki gülümsemeyi. "İnsan gözü; gezegenlerin, galaksilerin, bulutsuların renklerini seçebilecek kadar gelişmiş değildir."
İkisi de işlerine döndükten sonra, Haeji yalnızca bir parça daha çaldı ve flütünün parçalarını temizleyip çantasına koydu. Yere sırt üstü uzandı, Jungwoo gökyüzünü teleskopu ile izlemeye devam ederken Haeji yıldızları çıplak göz ile seyretmeyi tercih etti.
Haeji, işi ile meşgul olduğu gözüken Jungwoo'ya hitaben sakince sordu. "İyi misin?" Soruyu sorarken boğuk çıkan sesinden, bu soruyu sormaktan ne kadar çekindiği ve bu soruyu sorarken ne kadar tereddüte düştüğü belli oluyordu. Jungwoo'dan yine aynı tepkiyi alacak olmak, Haeji'yi deli gibi korkutmuştu.
Ancak bu kez Jungwoo, teleskopundan uzaklaşıp yere oturdu ve durgun gözlerle göle bakarken Haeji'yi onaylar şekilde mırıldandı. "Hmm,"
Haeji aldığı bu tepkinin bile ne kadar değerli olduğunu biliyordu, mutluluğunu gizlemek istemedi ve kocaman sırıttı. Yüzündeki kocaman gülümseme ve gözlerindeki yıldızların yansımalarına benzeyen ışıltılar, Jungwoo'yu da elinde olmadan mutlu etti, onun kalbinin yumuşacık ve sıcacık olmasını sağladı.
Jungwoo teleskopuna takılı olan merceği çıkardı, Haeji'ye uzattı.
"Ben aylardır, Andromeda'yı görmek için çabalıyordum. Bugün, sen geldikten sonra, bu mercekle görmeyi başardım. Senin olsun..."
Jungwoo'nun yüzündeki saf gülümseme, Haeji'nin kalp atışlarını hızlandırdı.
Jungwoo, kendisine ilk kez bu kadar sıcak bir gülümseme ile bakıyordu. Haeji o kadar sevinçli hissetti ki, bugünden sonra bir daha Jungwoo'nun kendisine gülümseyerek baktığını göremeyecek olmaktan ölümüne korktu.
Jungwoo'nun elinden merceği alırken, kekeleyerek sordu. "Emin misin?"
Jungwoo başını salladı. Bu merceği, Haeji'ye vermek istediğinden kesinlikle emindi. Güzel bir özür hediyesi de sayılabilirdi bu mercek, aynı zamanda.
Haeji merceği üstündeki kapüşonlunun cebine koydu ve yattığı yerde doğruldu.
Bir süre sonra Jungwoo'nun yanından ayrılmadan önce, ona bütün içtenliği ile el salladı ve Jungwoo onun el sallayışına gülümseyerek karşılık verdi.
Haeji, parktan koşarak ayrıldı. Koşmasının nedeni biraz da, fazla mutlu ve heyecanlı olmasıydı. Neredeyse içinden taşacak olan hislerini dizginleyebilmesinin tek yolu koşmasıydı, o anki durumunda.
Haeji evine döndüğünde, kendisini karşılayan abisine ve annesine içten gülücükler ile selam verdi. Haeji'nin yan flütü ile çalışmakta olduğunu bilen ailesi, onun geç gelmesine ses çıkarmamışlardı.
O gece komodininde, Jungwoo'nun kendisine verdiği merceğin hemen yanında duran kalın kitabı yerinden alıp okurken, bu kitabı dördüncü kez okuduğunu bilmesine rağmen duygularını hat safhada yaşıyordu.
Haeji kitabı dördüncü kez okumayı bitirdikten sonra, kitaptaki en beğendiği sayfayı özenle yırttı, katlamamaya ve kırıştırmamaya çalışarak komodininin çekmecesine koydu. Kitabını da yeniden merceğin yanına bıraktıktan sonra, gece lambasının ışığını kapattı ve gözlerini yumdu.
O da bu sayfayı, Jungwoo'ya hediye edecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NGC224 ☆ jungwoo
Fiksi Penggemar"Klasik müzik sever misin, Jungwoo?" Spor salonunda yalnız başına antrenman yapan Jungwoo'nun ayakkabılarının zeminde çıkardığı sesler, spor salonunun içinde yankılanan bir başka sesin ardından durmuştu. Jungwoo'nun elindeki top yere düşerken ve bu...