Merhaba, ben Jeon Jungkook. Seul Ulusal Üniversitesinde okul öncesi öğretmenliği birinci sınıf öğrencisiyim. Ve tam olarak annemin beni görmek istediği yerdeyim.
Yaşadığı süre zarfı boyunca bana hep aynı şeyleri söyler dururdu. "Güzel oğlum, kızma bana. Biliyorum hep aynı şeyleri söylüyorum. Ama ne yapayım? Seni o küçük çocukların arasında, bir şeyler öğretmeye çalışırken görmek istiyorum."
Böyle söyleyince sırf annem için bu bölümü okuduğumu düşünebilirsiniz belki ama asla o yüzden değildi. Ben de küçük çocuklara bayıldığım için ve onlara bir şeyler öğretebilmek için bu bölümü okuyordum.
Onlara bir şeyler öğretmekten öyle çok zevk alıyordum ki. Liseye yeni başladığım zamanlardan beri, henüz üç yaşında olan komşumuzun oğlu Min Jae ve biricik kardeşim Ji Han ile oturup saatlerce sayıları sayar, alfabeyi ezberlerdik. Eh, onlar henüz üç yaşında oldukları için sürekli uykuya dalarlardı ama yine de her uyandıklarında oyunlar oynamaya devam ederdik.
Annem ve babam aynı işte çalıştıkları için aynı servise biner ve birlikte eve gelirlerdi. Ben de okuldan çıktıktan sonra Ji Han ve Min Jae'yi okullarından alırdım ve sonra da eve birlikte giderdik.
Annemle babam da biz gelene kadar birlikte yemek yaparlardı. Eve geldiğimiz gibi onların yüzünü görmediğimiz tek bir günümüz bile olmazdı. Ama onları kaybettiğimiz gün eve geldiğimize onları görememiştik. Ve işte tam o an bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım.
Telefonumu hemen elime alıp annemi aramıştım ama açmamıştı. Tekrar... Tekrar...
Yine kimse açmıyordu. Sonra babamı aramıştım ama o da açmıyordu. Çaresizce ağlamaya başlamıştım. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Ji Han ben ağladığım için ve babamızı göremediği için ağlarken ben o da ağladığı için daha çok ağlıyordum.Daha sonra açık olan televizyonda çıkan haberler sayesinde annemlerin çalıştığı şirkette yangın çıktığını öğrenmiştim. Şirketin önüne gidip ne olup bittiğini ne kadar öğrenmek istesem de korkumdan gidememiştim işte.
Saatlerce anılarla dolu salonumuzda oturup onları beklemiştik ama gelen kimse yoktu. Ji Han'ın küçük bedeni saatlerdir ağlamayı kaldıramadığı için çoktan uykuya yenik düşmüştü. Ben onun melek gibi uyuyuşunu izlerken kapı çaldığında koşarak kapıya gitmiştim. Karşımda annemleri beklerken patronlarını görmek beni şaşırtırken birden "Başınız sağolsun." Demişti.
Ve işte, hayatımın tepetaklak olduğu döneme böyle giriş yapmıştım.
***
"Hayır, istemiyorum."
Günlerdir durmadan ağladığım için gittikçe yok olan sesimle, karşı komşumuz Dae Eun noonaya cevap verdim. O da çok üzgündü, biliyordum ama ben bitmiştim. Daha o lanet günün sabahında gülüşmelerimiz arasında zorlukla kahvaltı yaparken, şimdi onların yokluğuna alışmam gerekiyordu. Ve bu inanın berbat bir durumdu.
O günden beri Ji Han'la birlikte yatağımda adeta birer ölü gibi yatıyorduk. Hala daha bizi bırakıp gitmiş olmalarını kabullenemiyordum, kabullenemiyorduk. Gerçekten çok zordu. Nasıl hayatımıza devam edecektik şimdi? Para umrumda bile değildi. Çalışırdım ve kazanırdım. Üniversitem ücretli olsa bile burslu okuyordum ama Ji Han daha çok küçüktü. Ve bize yardımcı olacak kimsemiz yoktu işte. Karşı komşularımızı saymazsak tabii.
Annem de babam da tek çocuklardı. Ama ona rağmen asla aileleri ile görüşmezlerdi. Anlattıklarına göre annemin ailesinin durumu oldukça iyiymiş ancak babamların öyle değilmiş. Yine de birbirlerini çok sevdikleri için evlenme kararı almışlar fakat aileler izin vermemiş. Çok genç olduklarını, ihtiyaçları olduğunda para vermeyeceklerini söylemişler. Ama aşkları hepsinden önde gelmiş ve evlenmişler. Önce üniversitelerini bitirip güzel bir iş bulmuşlar. Ve sonra ben olmuşum.
Asla ailelerine muhtaç olmamışlar. Birbirlerine hep sahip çıkmışlar. Şimdi de çok fazla çalışmalarına rağmen hiçbir zaman bizi ihmal etmezlerdi. Annem, ben küçükken sürekli öğretmenlerin verdiği ödevleri yapıp yapmadığımı kontrol eder, yapmadığımı gördüğü zaman da babama beni cezanlandırmasını söylerdi. Hem de gıdıklama cezası! Gerçi son yıl bu cezayı yalnızca Ji Han almıştı.
Zeki bir öğrenci değildim. Ama ailemin verdiği emeğin karşılığını verebilmek için çalışırdım. Sınav sonuçlarımın kötü geldiği zamanlar elbette olurdu, o sonuçları aldığıma üzülürdüm çünkü gerçekten çok çalışırdım. Ama beni asıl üzen şey ailemi hayal kırıklığına uğratacak olmaktı. Her ağladığımda annem mutlaka yanıma gelir ve 'Biz de senin gibi öğrenci olduk oğlum. Elbette bizim de bütün sınavlarımız güzel geçmezdi. O yüzden kendini bu kadar üzme olur mu? Ben seni çok iyi anlıyorum ve asla kızmam bu konu için sana.'
Sürekli iyi ki böyle bir ailem var diye Tanrı'ya şükrederdim. Bizi asla şımartmamışlardı. Ama ben birazcık gerçekten birazcık Ji Han'ı şımartıyordum. Ama bu elimde değil ki o çok tatlı.
Annem her zaman oyuncaklarımızı arkadaşlarımızla paylaşmamızı söylerlerdi. Ama benim hiç arkadaşım olmadığı için paylaşamazdım. Şimdi ise Ji Han'dan başka kimsem yoktu.
Dae Eun noonanın yatağıma bıraktığı tepsinin içinden sandviçi aldım ve yemeye başladım. O da Ji Han'a hazırladığı yemeği yediriyordu. Bu sandviçi annem birlikte pikniğine gittiğimizde de yapardı. Ağlaya ağlaya yemeye devam ediyordum. Annem benim öğretmen olduğumu göremeden gitmişti. Hayat beni gerçekten çok zorlayacaktı artık.
Biraz daha bu odada kalırsam kafayı yiyeceğimi düşünüp kendimi dışarı atttım. Annemlerin işten arkadaşları gelmişlerdi ve salonda oturuyorlardı. Birkaç kişi ağlıyordu diğerleri de onları teselli etmeye çalışıyorlardı. Biraz daha ilerleyip balkona çıkmak istiyordum ama herkes bana bakarken biraz zor olacağa benziyordu.
Onları umursamamaya çalışarak önlerinden geçip balkona çıktım. Temiz havanın iyi geldiğini hissediyordum. Birkaç dakika sonra kapı tekrar açılıp kapandı. Arkama dönmeme gerek kalmadan balkona giren kişi direkt yanıma geldi.
"Biliyorum sırası değil ama baban bir gün gelip 'Bize bir şey olursa bu mektubu mutlaka Jungkook'a ulaştırın.' demişti. Ben de babanın dediği gibi, onlara bir şey olduğunda bu mektubu sana ulaştırmak istedim."
Uzun bir sessizliğin ardından önce, ileriye doğru bakan gözlerimi yavaşça yanıma gelen adama çevirdim sonra da babamın bana ne vermek istediğini görmek için adamın eline baktım. Düz beyaz bir zarftı ve yalnızca üzerinde yazan yazı bile tekrar ağlamaya başlamam için yeterli bir sebepti.
-Güzel oğlum Jungkook ve baş belası minik Ji Han'a-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lonely lover // taekook
Fanfiction"Gördünüz ne halde olduğunu. Kemikleri sayılıyordu incecik kalmış. Morarmış bütün sırtı! Öpemedim morarmış yerlerini, kucağımda-kucağımdayken kemikleri avuçlarıma battı okşayamadım. Saçlarının kokusu burnuma geldi öpemedim. Kucağımdaydı sarılamadım...