Helena

1.1K 57 88
                                    

Canımın içi okurlarım size kısa bir hikayeyle geldim bu kez. Biraz da gönlünüzü almak istedim ne için olduğunu siz biliyorsunuz. Yakında o da gelecek merak etmeyin. İnşaAllah beğenir, beni de yorumlarınızla memnun edersiniz.

Keyifli okumalar...

****

Aşk... kudretli bir duygudur. Hatta öyle ki o kudretin heybeti yüreği açık bırakınca, kendini çırılçıplak hissedebilir insan. Bir serinlik sarar bedeni, belki kırk kat örtülü de olsa ruhu derinden titretir.

Aşk... öyle de naif bir duygudur. Sevdası kimedir diye dikkat etmezse yürek, ezilir kalır beşer bedeninin altında. Sonu da olur aşığın; dikenlerle çevrili bahçelerde yalnız ve hissiz de bırakılır. Yahut bir başlangıç olur, güllerin kokusuyla mest ve payidar olunur.

Aşk... beşer için ağırdır, manasızlaşır.

Aşk... İlahi ise bin bir çiçeği barındıran eşi görülmemiş kırlara ulaştırır. Bir arı hükmündedir artık insan. Bin bir çiçekten balını alır, bir parmak da çevresindekilerin ağzına çalar. Dünya bir parça bal kovanına dönüşüverir.

Aşk... bilir ki lezzet yalnız O'ndan. Lezzet yalnız O'nda. Lezzet yalnız O.

Fuzuli; aşk imiş her ne var alemde der iken naçizane devam ediyor başka bir şair; ama kim demiş o aşk bir ademe...

****

Bir sukut hali var gıcırtının eksik olmadığı köşkte. Sanki tahtalar dahi inzivaya çekilmiş, kaskatı bekliyorlar hazırolda. Kulak kabartmış olmalılar ev ahalisine. Köşede duran antika vazo aynı katılıktan nasibini almış olacak ki çatlamış birkaç yerine rağmen dimdik ayakta. Bir ayna var koca duvarın ortasında... Kimi yerinin sırrı çıkmış, altın dişli bir kocakarı gibi sırıtıyor. Muhtemelen bu sırıtış, çırpılmayı bekleyen halının öksürmemek için direnişine. O da ahengine kapılmış diğer eşyaların. Sessiz bir sinema oynanırken, inceden bir ses tahmine başlıyor.

"Helena... Kuzum, bu altın saçlarını hangi başak tarlasından çaldın sen böyle? Esaslı hırsızsın sen. Bu saçların dokusu... İpek böceklerini isyana sürükler böylesi."

Saçlarını, kırık Türkçesiyle konuşan kadının ellerinden, tatminkar bir gülümsemeyle çekti Helena. Kaçma der gibi başını iki yana salladı Roza. Tam iki yıl önce tanışmıştı bu güzel kadınla. Gülünce tüm yanağı elmacık kemiklerinde toplanırdı Roza'nın. Ufak ve kırmızı birer elmayı andırırdı. İlk bakışta öyle neşeli gelirdi ki siması, hal ve tavrı. En sinirli adamın bile sırtını yere getirirdi gülüşü. Ancak onunla çokça zaman geçiren anlayabilirdi maskeli bir balo tertip ettiğini. Hüzün hep bir dalga olur, vururdu deniz mavisi gözlerine. Kirpikleri hemen ıslanır, boğardı gözlerini. Ama es vermez sohbetine, yine başını dimdik çıkarırdı okyanustan.

Helena şöyle bir baktı Rozaya. Çok, çok güzeldi. Anne olamamıştı belki Roza ama hakkını veriyordu bir çocuğu sahiplenmenin. Herhangi bir şeyi rica edemiyordu Helena. Çünkü daha söylemeden hazır ediliyordu istediği. İyi bir hayat böyle hediye ediliyordu işte. Hani Helena da mümkün olsaydı anında bağışlayacaktı dokunmaktan geri duramadığı saçlarını, bu fedakar kadına.

"Düşünüyorum da bir zamanlar, ben daha gençken acaba bu başaklar benim başımın üzerinde nasıl dururdu? Kıskanmaz mıydı mahallenin dilberleri? Bakma öyle şaşkın şaşkın yolarlardı bile. "

Tutuldu kaldı Helena. Düşüncelerini mi okumuştu?

"Ah Helenamou! Gözlerin... Her şeyi ele veriyor bilmiyorsun. Her güzellik sahibine yakışırmış, öyle bahşedilirmiş derdi mamam. Eminim ki bir gün beyaz duvak da en çok bu başaklara yakışacak."

HÜMAWhere stories live. Discover now