Bütün fotoğrafları hızlıca kutuya doldurdum. Ah ablaa.. Şu kapıyı çalıp içeri öyle girmeyi öğrenemedin. Pat diye dalıyorsun her seferinde!
'Yine neler karıştırıyorsun tatlım?'
'Aman ablaaaaaa.......!'
Nereden bilecek eskileri yeniden düşünmeye başladığımı. Duygularımın altı üstüne karıştı yine işte. Ah! Nefret ediyorum bundan.
Ve ben nereden bilebilirdim böyle olacağını? Sen benim ilkimdin. Ve ben bilirim ki ilkler unutulmaz. Yani öyle zannediyordum.
Bugün yine dışarı çıktık. Bahçede oturuyoruz. Bugün biz ayrılalı neredeyse 1 yıl oldu. Burcu ve Ayça ile birlikteyim. Çocukluğumu geçirdiğim ve yediğimi içtiğimi ayırmadığım kardeşlerim. Benim adım Eylül. Belime kadar uzanan dalgalı saçlarım, kahverengi gözlerim, uzun kirpiklerim ve yanaklarımda gamzelerim var. Burcu renkli gözlü ve kısa düz saçlı, Ayça ise kahverengi gözlü ve upuzun kirpikleri var.İkisi de birbirinden güzel kızlar..
'Eylüüüül, nerdesin? Babam birazdan gelir bugün de ekmeği sen alıver hadi canım.'
Evet akşam ezanı okunmak üzere. Eve gitmeliyim babam neredeyse gelir. Ayça ve Burcuyla beraber ekmek almaya gitmeye karar verdik. Bu gerçekten zor bir karar :)) Yukarı doğru yürürken ufak bir tebessümle yanımızdan geçti Ege. Ege; eski sevgilim. Uzun boylu ve tabiri caizse kaba bir dille kendisi tam bir kas hayvanı. Kömür karası gözleri ve beyaz bir teni var. Her neyse.. Kime tebessüm ettiğini pek anlayamadım fakat bana değildi ondan eminim. Önce Ayçaya baktım, kaşlarını kaldırarak yüzünü çevirdi. Sonra Burcuya döndüm. Hiç sesini çıkarmadı. Ne olduğunu sorduğumda ise yine ses çıkmadı. Evet ve işte ihanetin ilk adımları atılmış fakat benim ruhum bunu yeni duyuyor. O an içimde bi boşluk oldu. Bi'şeyler koptu sanki. Sonra ekmeği alıp eve döndüm. O an yapacak bir şey yoktu. Ve sözler boğazıma düğümlendi. Hiçbir şey söylemeden yanlarından ayrıldım. Eve gittim hemen. İçimde bir tutam kırgınlık, bir tutam da hüzün vardı. Hatta biraz da kızgınlık. Fakat kızgınlığım en çok kendime. Ah be Eylül ne diye bu kadar güvenirsin insanlara. Ve siz bir bilseniz güvendiğim için farklı farklı insanlardan ne darbeler yediğimi.
Üzerimi değiştirdim, kulaklıklarımı aldım ve her zamanki yerime yani balkondaki koltuğumuza kuruldum. Burayı çok seviyorum. Yıldızlar çok yakın geliyor bana. Gökyüzü huzur veriyor. Gecenin karanlığı içimi dağlıyor. İçimdekiler ne zaman birikse buraya gelir sessizce ama hıçkırarak ağlarım. Ağlamaktan korkmam. Ağlamayan insandan korkarım. Düşünceler kafamın içinden kalbimi acıtmaya başladı. Ve bu ilk değil.
Müzik dinlerken ve bir yandan ağlayıp diğer yandan düşünürken uyuyakalmışım. Uyandığımda saat 1e geliyordu. Off bu baş ağrısı da ne şimdi. Tabii sabahın 5inde uyursam.. Uykunun verdiği sersemlik ve şiddetli baş ağrısıyla birlikte içimde bir sızı hissettim. Bugün de dışarı çıkmayı düşünüyorum fakat kime nasıl davranacağımı bilmiyorum. Yalnız kalsam daha iyi olacak gibi. Zaten üniversite sınavına da bir şey kalmadı. İki ay sonra asıl sınava giricem. En iyisi ders çalışmak hem kafam dağılır. Evet evet bu pek yerinde olmasa da doğru bir karar. Üç saat kadar ders çalıştıktan sonra kapının çalmasıyla kalktım. Açtım ve gelen Burcu. 'Evet bir şey mi oldu? 'dedim. 'Gel biraz konuşalım' diyince 'Konuşacak bir şey yok Burcu kusura bakma'dedim ve kapıyı suratına çarptım. Ben Burcunun yerinde olsam bir daha bu kapıya gelmezdim. Ama ona bakarsak ben Burcunun yaptığını da yapmazdım. Bir yandan da dinlemediğim için biraz pişman oldum sanki. Belki de buna bir açıklama getirecekti. Ne diyecekti? 'Eylül, özür dilerim ben senin sevdiğin çocukla çıkıyorum. 'Ahahah..(!) Gerçekten aptalca.
2 Gün Sonra..
Kapı çaldı. Gelen Ayça. İçeri girdi. Biraz konuştuk. Sonra gitti. Ve hiçbir şey olmamış gibi kalan hayatıma devam ediyorum elbette. Ve bugün kalan hayatımın ilk günü. Bugünden sonra olanlar oldu..