Uzun, ince ve kemikli parmaklarımı birbiri arasından geçirmiş, dirseklerimi dizlerimin üzerine koymuş, dudaklarımı ise baş parmaklarıma dayamıştım. Kafamın içinden "anlamıyorum" kelimesini farklı dillerde söylerken oturduğum koltuğun tam karşısına geçti hızlıca. O gelmeden kokusu gelmiş, bulunduğumuz târihi kafenin duvarlara sinmiş kahve kokusunu bastırmıştı. Nefes almamalıydım, adam saf zehir kokuyordu.
"Ne istiyorsun?"
Sesini duyduğumda sesli bir şekilde nefes almak gibi bir aptallık ettim: buraya gelmeden önce ağladığım, kesik kesik çektiğim nefes ile belli olmuştu. Sesi duymasıyla hâli hazırda çatık olan kaşları hafiften titremiş, ancak duruşundan ödün vermemek amacıyla aynı katı ifâdesi ise kafasını göz hizâma indirmiş ve, sorusunu tekrar, daha sâkin bir ses tonuyla dile getirmişti.
"Seninle konuşmak," dedim, "Seninle konuşup, aramızdaki konuyu kapatmak."
Karşımdaki adam şu hayâtıma girmiş en tehlikeli canavardı. Varlığı güneş tepedeyken çevresindeki herkese mutluluk verir, güneş gidip yıldızlar çıktığında ise sâdece korkuya sebep olurdu. Park Chanyeol, sâhiden, çok tehlikeli bir adamdı.
Asıl işi aşçılık, yanında yürüttüğü işi ise uyuşturucu kaçakçılığıydı. Aslında kaçak işlerini bırakmış, kendi apartmanının en üst katında bulunan botanik parkında yetiştirmeye başlamıştı ürünlerini. Ona ticâreti neden bıraktığını sorduğumda cevap vermemiş, ancak instagram hesâbında sevgilisi ile sürekli paylaştığı fotoğraflar ile foyasını ortaya çıkarmıştı. Park Chanyeol, ismini asla sızdırmayacağı bir oğlana gönlünü kaptırmış, onun tehlikeli bir durumla karşılaşmaması için de kaçakçılıktan emekli olmuştu.
Uzun bacakları oturduğu bej rengi koltuktan fazlaca taşıyor, sağ dizini sürekli titretmesi ile ara sıra aramızdaki masayı itekliyordu. Belliydi, içerisinde kaliteli ot bulunan sigarasını ciğerlerine çekip beni mavi-yeşil görebilmek için can atıyordu. "Aramızdaki konu sâdece borcunu ödeyince kapanır. Paran yanında ise ver, Jongeun."
"Jongin." dedim düz bir ses tonu ile. "İsmim Jongeun değil, Jongin." Cebime sarıp koyduğum para dolu, üzerinde pembe kalpler olan poşeti çıkardım ve görüp görebileceğiniz en yapmacık gülümseme ile ona uzattım. "Doğum günün kutlu olsun, Loey!"
Loey, onun sahne adıydı. Eğer dışarıda birisi onun ismini veyâhût soyismini ansın, o kişinin akşama ölüm haberi alınırdı.
Diyorum ya, adam tehlikenin beden bulmuş hâliydi!
Suratına takındığı gülümsemesi ile elimdeki poşeti aldı ve bana doğru eğilip kocaman kollarını bedenime sardı. "Çok teşekkür ederim Jongeun, unutmamışsın!"
Olay buydu işte. İsmim onda sonsuza kadar Jongeun kalacak, ben ise sonsuza kadar ne ondan, ne de başkasından bir daha hiçbir ürün almayacaktım.
Bir süre oturup sohbet etmeyi denedik, olayların şüphe uyandırmaması gerekiyordu. Arkasına yaslanıp burnunun ucuyla beni işâret etti. Bir yandan gülümsemesini korurken bir yandan ciddi bir ses tonu ile konuşuyordu: "Neden ağladın? Hediyeyi ayarlayamadın sandım."
Neden ağlamıştım?
Aslında saklanacak bir yanı yoktu. Sorun aldatılmış, bir de üzerine sağlam bir şekilde kazıklanmış olmamdı. Bir ay öncesine kadar sevgilim olan Jongdae, şu bir ay içerisinde bana hem beni aldattığını, hem de bir uyuşturucu bağımlısı olduğunu söylemişti. Olaylar fazla acımasızca gelişip ilerlemiş, beklendik bir sonuçla da bitmişti.
Jongdae, ben şehir dışına, kardeşlerimin yanına gittiğimde gittiği bir partide tanıştığı adamla ilk uyuşturucusunun tadına bakmış, ben gelene kadar da -ki bir hafta ya kaldım ya kalmadım- o adamın "kirâlık" yatak arkadaşı olmuştu. Bunu bana bir gece kapıma geldiğinde anlatmış, o gece benden uyuşturucu istemişti. Detaya inmesini söylediğimde geçirdiği sinir krizi faslında onu incelemeye fırsat bulmuştum. Kendisi bir makyaj ustasıydı ve ara sıra ünlü güzellik salonlarına çağrılırdı. İşinden ötürü sâhip olduğu kaliteli ürünler ve bu ürünleri olabilecek en iyi şekilde kullanabilme kâbiliyeti sâyesinde sakladığı göz altları ve sararmış dudakları, o yağmurlu günde ortaya çıkmış, odamda kudurmuş bir yamyam barındırdığımı fark etmemi sağlamıştı. Krizi geçtiğinde ise bir bebek gibi ağlamaya başlamış, bana yattığı "Baekhyun" denen herifin ona sürekli uyuşturucu verdiğini, ancak bir ilişki içinde olduğunu öğrendiğinden onunla tüm ilişkisini kestiğini söylemişti. Bunları sindirmem bana kalsa üç ayımı alırdı, ancak Jongdae her şeyi üç sâniyede sindirmemi beklediğinden titrek elleriyle tuşladığı numarayı arayıp telefonu çoktan bana uzatmıştı bile. Önce bir kağıda yazdığı ürünleri sordurmuş, sonra da ücretini öğrenip buluşma yerini ayarlamamı söylemişti.
Ben ne yaptım dersiniz?
Onun dediklerini elbette.
İlk önce ürünlerin isimlerini çarpık İngiliz aksânım ile telaffuz etmiş, sonra olup olmadığını öğrenmiş, ücreti de not ettikten sonra aynı gecenin iki saat sonrasına buluşma ayarlamıştım. Toplam 350 dolar tutacak olan bu mal alış-verişini bizzat benim yapmam, üzerine de benim param ile almam istenmişti biricik sevgilim tarafından.
Aptal Jongin!
Aptaldım, aksini iddia edersem karşımda duran iki metrelik sırık tarafından bir şişe dizilmeyi bile kabul edebilirdim.
Neyse, anlayacağınız üzere malı Chanyeol'dan almış, ancak bir saat geciktiğim için (Jongdae krize girmişti) 100 dolar daha fazla ödemem istenmişti. Bunun yasal olmadığını dile getirdiğimde yediğim dayaktan hâlâ nasıl sağlam çıktım diye düşünüyorum, imkânsızı başarmıştım.
Eve döndüğünde Jongdae uyuşturucuyu görünce benimle zorla sevişmiş, sabaha da ardında bir notla kayıplara karışmıştı.
"Önüne gelene güvenme, geri zekâlı. Adios!"
"Sana bir soru sordum, hıyar."
Sesiyle sıçradığımda sinirle nefesini vermiş, sonra da daha fazla tahammül edemeyeceğini anlayıp kalkıp gitmişti Park Chanyeol.
Artık bitmişti,
ne Kim Jongdae, ne Park Chanyeol, ne de uyuşturucular kalmıştı.Bir tek ben kalmıştım geriye, aptal Jongin.