bataktan nasıl çıkılır?

190 35 26
                                    

"Eee, sevdin mi ortamı?"

Junmyeon ile onun evine gelmiş, kapı ağzında ayakkabılarımızı çıkarıyorduk. Bu soruyu beklemiyor değildim ancak, tam şu anda kurumuş kan kırmızısı rugan ayakkabılarının itici soluk yeşil bağcıkları hakkında konuşmak kesinlikle daha çok ilgimi çekiyordu.

"Sevdim, insan olanların hepsi iyi." dedim, ki bu en büyük hatâmdı herhâl, Jongdae'den sonra.

Papuçlarını yavaşça yere bıraktı Junmyeon, kara gözlerindeki kafası karışmış ifâde ile gözlerime baka baka bıraktı ve elini beline koydu. "Kimi sevmedin bakayım?"

'Oh Sehun!' diye çemkirmek istedim, adam resmen bütün bir gün boyunca kıstığı gözleri üzerine örttüğü turuncu saçları ile bir tilki gibi beni izlemiş, her konuşma çabamda suratında meymenetsiz bir bilmişlik ile göz bebeklerimi düşürecek kadar gözlerime bakmıştı.

Boşsun! diyordu bana yamuk gülüşünü yamukluğu ile destekleyen çenesi ve keskin bakışları ile. Boş bir adamsın, acıyorum sana!

Haklıydı da: kendine hiçbir şey katmamış, boyama yaparken bile belirlenmiş çizgilerin dışına çıkan, makası her an kendine saplayacak gibi tutan bir insandım. Sanat, moda, kumaşlar benim neyimeydi!

"Bence yanlış anlıyorsun." dedi Junmyeon kafamda dönenlerden haberdâr bir şekilde. Çoktan odasına varmıştık, bana bir dakikâlık düşünme süresi vermişti ve ben bu süreyi kafamın içinde Oh Sehun'u internetteki tilki fotoğrafları ile eşleştirmeyi deneyerek harcamıştım. Ben kapı eşiğinde beklerken o sandalyesine geçip arkasına yaslandı, ve avuç içlerini kafasının arkasına dayayıp derince bir nefes aldı. "Hiç birimiz bir dehâ olarak çıkmadık annemizin karnından. Tırnaklarımız ile tırmandık buraya kadar, bu yüzden asla kendini dışlama."

Yumuşacık yatağa oturup omuz silktim, şu yaşıma kadar bir çabam olmamıştı, kendime bir şeyler katma yaşım geçmişti.

"Ih, surata bak." Gözlerim çattığımı fark etmediğim kaşlarıma takılı kalmış, Junmyeon'un gözlerini devirmesi ardından gözleriyle buluşmuştu. "Ne varmış suratımda?"

İşte o dört yüz yılda bir gelen zamâna denk geliyorduk: Junmyeon sevgi doluyordu. Hevesle sırıtıp elini dizine koydu ve yavaşça dizine vurdu. "Gel bakayım yamacıma."

O ânı özenle betimlemeyeceğim, çünkü hiç kusûruma bakmayın, Jongdae sâyesinde çizmiş olduğum karizmam Junmyeon'a minik bir çocuk gibi pıtıpıtı adımlarla gitmemi bilmeniz ile iyice çizilirdi!

Parmak uçlarımla arkadaşımın yanına adımlayıp kucağına oturuverdim, kollarımı da bir bebek gibi göğsüne iliştirdim. "Aptalın tekiyim, biliyorsun sen de benden bir hoşaf olmayacağını."

Kesinlikle dobra bir insandım, yalanın hayâtımda yeri yoktu! Çöp kutusu bile benden daha yetenekliydi mesela. O içindeki pis kokuyu dışarı çıkarmaz iken, Oh Sehun tek bir hamlede keskin burnu ile içimdeki çöpün kokusunu almıştı! Ama Allah var, burnu çok güzeldi. Hani baktığımdan ettiğimden değildi ama, özenle çizilmiş gibiydi. Bir de çilleri vardı,,,

"Cidden benden bir hoşaf olmayacak."

Düşmüş omuzlarım ardından tek sesle gülen ve parmaklarını saç diplerime iliştiren Junmyeon, tekerlekli bilgisayar sandalyesini yavaş yavaş sağa-sola sallayıp ağlayan bir bebeği sustururcasına sesler çıkarmaya başladı. "Kuzum, şekerpârem, sen boş insan olsan ben seni yanımda tutar mıydım? Bak mesela, ne zaman gördün benim Yifan kalası ile konuştuğumu?"

Wu Yifan, Çinli çocuk. Junmyeon'un flörtü idi vaktinde ancak, biraz...
...anlaşıl(a)maz biriydi?
Junmyeon onu sık sık alttan alırdı ancak ciddi diyorum, adamın boşvermişliği ve anlama sorunları benim salaklığımı ezip geçerdi. Anlayacağınız: karşı çıkamazdım. Haklı olduğunu düşünüyordum ama, belki de çok güzel bir kalçam olduğu için tutuyordu beni yanında?

Belki de aşırı zenginliğini benim aşırı fakirliğimle bastırm-

"Geri zekâlı, haklı olduğumu söylesene."

Kafama indirdiği okkalı parmak darbesi ardından 'ivit biy, doğru didin' moduma girmiş, sanki cidden boş bir insan olmadığıma inanmış gibi bir ifâde takınmıştım. Onu iknâ etmek amacı ile de bilmiş ses tonumu takınıp konuştum: "Ah anacım, Yifan tırnağımdaki vitaminsizlik lekesi bile olamaz."

Junmyeon dediğime gülerken ben iki elim belimde ayağa kalktım, Oh Sehun şırfıntısını ezip geçecektim. Koskoca tavşanım, Junmyeon'um vardı benim. Her konuda iyi olması benim de iyi olabileceğim bir konu bulmasını sağlayabilirse eğer,
bir gün o masada ben de Sehun'u bir kurt edâsı ile izleyebilirdim.

Bunu yapabilmemin yolu yine Junmyeon'un beni aydınlatması ile kesinleşti: "Git benden aldığın o kitabı güzelce oku. Tekrar buluşma olduğunda senin de katılmanı istiyorum konuşmaların bir kısmına."

Kitap, tabi ya!

Junmyeon'un üç sâniye önce alnına bastırdığım dudaklarımdan bir kahkaha kaçmış, hevesim hızla çantama yönelmeme sebep olmuştu. Kitabı kolum altına aldıktan sonra kağıt sepetinden kaç tâne olduğuna bakmadan kağıt aldım ve o aşırı düzenli sıraya sâhip olan kalemlerden gözüme kestirdiğimi kapıp boş odalardan birine girdim.

Sabaha kadar, yemek molasını ve çiş molalarını saymaz isek, aralıksız bir şekilde okudum, yazdım ve çizdim. Junmyeon sürekli gelip ateşim var mı diye kontrol ediyordu ancak odağımdan şaşmadan devâm ediyordum işime.

O mesajı alana kadar.

xxxxxxxxxx
Kim Jongin, yârın saat 2'de attığım konumdaki kafeye gel.


[yb geç geldi çünkü fici unuttum.]
[vote ve comment juseyo.]

unfair•sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin