üç, en uçarı, en kaçarı

5.4K 525 318
                                    

"Sabaha göre daha da hâlsiz görünüyorsun."

Saçlarını özenle kapatan kahverengi beresi ve bir hayli çatılı olan kaşları ile bana bakan Jeongguk'a büyükçe açılmış gözlerimle karşılık verirken dışarıdan ne kadar aptal göründüğümün farkında olduğumu söyleyemezdim. Umursamazlık iplerinden örülü bir ceket bırakılmış gibiydi omuzlarıma.

Fazlasıyla derin düşünmek ve gerekli çıkarımları yapabilmek için kendimi sıkardım ve bu yüzden de bir işe kalkışmadan önce sonuçlarını ortaya dökmeye çabalardım ama o sinsi fikirlerin her birisi öyle ani ve sessiz doluverirdi ki aklıma, insan beyninin bir beklenti makinesinden farksız olduğunu söyleyen filozoflara katılırken bulurdum kendimi. Kafa karışıklığımın en büyük sebebi avuç içlerini yanaklarıma dayamışken ve onun soğuk avuçları elmacık kemiklerimi tatlı bir şekilde yakarken de stabil bir kafaya takılı kalmayı umuyordum lakin işlevini kaybetmiş olan uzuvlarım bana karşı çıkıyordu. Titreyen ellerim ve ara ara uyuşmaya başlayan ayak parmaklarım buna örnek verilebilirdi sanırım.

Sabah, yüksek ihtimalle yalnız yatmaya alışmamış olan bedenim onun yokluğuyla üşüdüğünden dolayı kendimi hâlsiz hissetmeye başlamıştım ve Jeongguk'u bir hayli endişelendirmiş, gün içinde saat başı beni aramasına neden olmuştum. Hastalandığım zaman bana karşı olan bu sevimli tavrı çok hoşuma gidiyordu ama onu endişelendiriyor olmayı buna rağmen sevebildiğim söylenemezdi. Ben kendimi arka plana atmaya alışmıştım, ondan da bunu bekliyordum ama bazenleri ne istediğimi ben bile anlayamayacak kadar yabancılaşıyordum kendime. Karamsar anlarım bu umursamaz tavırlarıma göre gereğinden fazlaydı; kafamda geriye çevrileceğime veya huzursuzluğa bir adım daha yaklaştığıma dair her şeye yer vardı ama olumlu hiçbir şey bende barınamazdı. Deyiş yerindeyse eğer; bu hayatı hayallerime göre yaşayamayacağımın farkındaydım ve bu beklentilerden kaçınmak için varımı yoğumu ortaya koymaya hazırdım en başından beri. Benim varlığımı hiçbir biçimde fark etmeyeceği ihtimalini en karanlık ruh hâllerimde, aşağılık kompleksimin en uç noktalarında bile göze almaya cesaret edemeyişimin en temel nedeni buydu; gerçekçilik.

"Sabahtan beri buraya gelmemek için kendimi zor tutuyorum, iyi olduğunu söylesen bile hâlsizliğini telefondan anlamak mümkündü. Ne kadar ısrar edersem edeyim hastaneye gitmeyeceğini bildiğim için bir şey demiyorum şimdilik ama eve geçerken kesinlikle bir eczaneye uğrayalım tamam mı?"

Gözlerini kırpıştırarak dediği cümlelerin her biri kafamda öylece dönüp duruyorken cevap vermek için kendimi hazırlamaya çabalıyordum. Soğuk elleri yüksek ihtimalle ateşim olduğu için fazla ısınmış yanaklarımdayken ve yüzü yüzüme az bir mesafe uzaktayken bunun mümkünatı tartışılırdı. Kalbim normalden çok daha hızlı atıyordu ve çalkalanmaya başlamış olan midem beni fazlasıyla heyecanlandırıyordu.

"Gerek yok." diyebildim zorlukla. O kirpikleri altından bana bakarken ve dışarının soğuğundan dolayı kızarmış dudaklarını yalarken kelimeleri toparlamam çok zordu. "Zaten eve geçecektim ben de tam şimdi. Yatsam ve dinlensem, biraz hafifler sanırım. Hem evde ilaç da var, eczaneye ya da hastaneye gitmemize gerek yok. Onu içersem hiçbir şeyim kalmaz."

Baş parmakları ile hafifçe yanaklarımı okşadıktan sonra derin bir nefes aldı ve gözlerini toplanmış kafede gezdirdi öylece. İçi huzursuzdu, onun bana sunduğu olumlu teklifleri teker teker reddediyor olmamdan rahatsızlık duyduğunu biliyordum ama hastaneler bana boğucu geliyordu ve bu eczaneye gitmemizi gerektirecek kadar ciddi bir şey de değildi üstelik. Kendi doktorum olabildiğimi ona kabullendirememiştim hiçbir zaman, belki bu tavrıma karşılık alışmayı öğrenirdi. Benim sert ve şekli bozulmaz kalıplarım içinde bir müddet bocalayacak ve sonrasında biçimsiz hâlimi değiştiremeyeceğini fark edecekti, işte belki o an anlardı beni.

friendsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin