Harry binlerce taraftarın arasından sıyrılıp stattan çıktığında, derin bir nefes aldı. İçeride havasızlıktan ölmüştü. Tüm biletler satılmış, stadyum da ağzına kadar dolmuştu. Nefes almak mümkün bile değildi!
Ellerini ceplerine soktu ve ürkek adımlarını otobüslerin olduğu tarafa yönlendirdi. Evet, instagram üzerinden yorumlarda Louis ile konuşmak oldukça eğlenceliydi. Ama iş gerçek anlamda buluşmaya gelince, gerilmişti. Sonuçta bu adamla çok kısa süredir konuşuyordu. Başına her şey gelebilirdi.
Gergin bir şekilde duraksadı, etrafına bakındı. Gözleri birkaç adım uzaklıktaki kısa boylu, siyah kazaklı oğlana takıldı. Arkası dönüktü, kollarını kendine sarmış, olduğu yerde ufak adımlar atarak ısınmaya çalışıyordu.
Gidip sarılsa mı yoksa sadece selam mı verse bilemedi. Heyecandan terleyen ellerini ceplerinden çıkarttı, pantolonunun üstüne sürdü. "Selam." dedi tereddütle. Ama sesi o kadar kısıktı ki kendisi bile duyamadı.
Kendi kendine kaşlarını çattı. Hem sesi duyulmamıştı, hem de artık sadece 'selam' dese çok mu aptalca olur diye düşünüyordu. Belki önündeki adam Louis bile değildi? Belki Louis aslında başka yerdeydi ve bu adamda Harry'yi öldürecek olan-
"Sikeyim dondum burada!"
Louis bağırarak Harry'nin düşüncelerini bölünce "Bağırmasana be!" dedi Harry refleks olarak.
Louis şaşkınca arkasına döndü. "Harry? Ne zamandır arkamda bekliyorsun sen?"
"Çok olmadı." dedi Harry. "Şey, yazdığın gibi konuşmuyormuşsun."
Louis gülmeye başlayınca Harry de güldü. Söylediği şeyin ne kadar aptalca olduğunu biliyordu ama içinden geldiği gibi konuşuyordu işte.
"Bu arada, saçların gerçekten güzelmiş. Yani resimlerdekinden daha güzel." dedi Louis sevimlice. Harry ellerini arkada birleştirdi, parmaklarının ucunda yükselip tekrar yere bastı. "Teşekkürler. Senin de... Gözlerin güzelmiş."
İkisi de utangaçca gülümsedi.
Louis sessizliği bölebilmek için "Ee, artık gidelim mi?" diye sordu. Ama o kadar hızlıydı ki, kelimeleri birbirine karıştı.
Harry kıkırdadı. "Konuşurken de soru ekini ayırmıyorsun."
"Sen gerçekten korkunçsun." dedi Louis oyuncu bir şaşkınlıkla. Harry şımarık bir şekilde saçlarını savurdu. "Yine de ben ne dersem onu yapıyorsun."
Eh, bu yalan sayılmazdı. "Pekala prenses, nereye gitmek istersin?" diye sordu Louis. Soğuktan parmaklarını hissetmiyordu artık.
Harry dünyanın en büyük hakaretine maruz kalmış gibi bir yüz ifadesiyle ona baktı. "Ne prensesi? Sensin prenses!"
"Uzun ve bukleli saçların var Harry. Prenses sensin."
"Senin de..." deyip duraksadı Harry. "Senin de mavi gözlerin var!"
Louis ona 'cidden mi' temalı bir bakış attı. "Tamam prenses, sen öyle diyorsan öyle olsun." dedi gülerek. Harry ise kollarını göğsünün üzerinde birleştirdi. "Ah, kes sesini."
"Hadi Harry, kemiklerim bile dondu. Bir yerlere gidelim artık." diye sızlandı mavi gözlü olan. Harry omuz silkti. Gerçekten küsmüş müydü?
Louis ona doğru bir adım attı ve yüzünü onunkine yaklaştırdı. "Ben senin için elin adamlarını engelliyorum, sen benim için bir akşamlığına prenses olmuyorsun, öyle mi?"
"İyi tamam. Ama sadece bu akşam." diye mırıldandı Harry. Neden buradaydı ki? Maçını izleyip eve dönebilir, uyuyabilirdi. Neden internette hatalarını düzelttiği bir adamla prenseslik tartışması yapıyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CORRECTOR
FanfictionLouis'nin dil bilgisi berbat ve Harry yazım yanlışlarını düzeltmek konusunda takıntıları olan bir deli.