Yatakta doğruldum. Başım çatlarcasına ağrıyordu. Nefret ederim bu ağrılardan. Özellikle sabah uyandığımda ki baş ağrılarından. Bu baş ağrılarıyla güne başlamak, daha baştan günü kaybetmek demek. Normalde bunu sağlık asistanına söylemem gerekirdi ama kendine sağlık asistanı diyen o yapay zekanın sahte endişeli konuşmasına dayanamıyorum. O yüzden söylemeyeceğim. Bir duş ve kahve bana iyi gelir. Şu Home'e söyleyeyimde hazırlasın.
- "Hey! Home, bana duş için temiz bir havlu ve duş sonrasına hazır olacak şekilde bir kahve hazırlar mısın?"
- "Tabi ki. Duş sonrası üniformanı mı giyeceksin?"
- "Evet."
Adına "Home" diyoruz. İnternet of Things ilk çıktığında tamda böyle bir şey hayal ediyorlardı herhalde. Bilemiyorum. Ama çok kullanışlı olduğu kesin. Her işini yapıyor, üstelik evlenmek zorunda da değilsin. Sabahları duş almak kadar güzel bir şey yok. Home sağolsun suyu tam istediğim sıcaklığa ayarlıyor. Soğuğa yakın hafif ılık bir su kadar sabahları beni kendime getiren bir şey yok. Duşumu aldım ve kurulandım. Üniformamı giyerken Home'nin sesini duydum.
- "Kahvenin yanında kahvaltı ister misin?"
- "Hayır. Teşekkür ederim Home. Kahve yeterli."
Kahvemi aldım ve evden çıktım. Evin dış kapısında polis-kanattan inen babamın da arkadaşı Mehmet Amiri gördüm. Bir sorun mu var acaba? Pek kapıma gelecek bir adam değil. Herhalde çok önemli bir görev var ve red edemeyeyim diye yanıma geldi. Dur bakalım şimdi öğreniriz.
- "Merhaba Mehmet Amirim."
- "Merhaba Ömer. Nasılsın?"
- "Biraz başım ağrıyordu. Ama güzel bir duş ve mis gibi bir kahveyle bişeyimin kaldığını söyleyemem."
- "Neden sağlık asistanına söylemedin?"
- "Ahh! Yapay zekalar içerisinde en çok ondan nefret ediyorum. Onu programlayan adam tam bir salak olmalı. Kim bir yapay zekaya anne şefkati eklemeye çalışır ki? Her haliyle tam bir sahtekar. Onun o yapmacılığı beni daha çok hasta ediyor. Böylesi daha iyi."
- "Anlıyorum. Aslında buraya sana bir şey söylemeye geldim Ömer? Aslında bu pek ayak üstü söylenecek bir şey değil. Fakat hemen merkez binasına gitmeliyiz."
- "Ne söyleyeceksin amirim. Özel bir görev mi var?"
- "Hayır, şey.. Ee.. Bu sabah.. Baban.."
- "Ne oldu babama? Ne geveliyorsun ağzında amirim? Çabuk söylesene!"
- "Baban bu sabah evinde ölü bulundu. Otopsi sonuçları daha belli değil. Fakat ilk bulgular kalp krizi geçirdiği yönünde. Bu sabah sağlık asistanından hastaneye çağrı gelmiş. Babanın kalp krizi geçirdiğini bildirerek, dronebulans talep etmiş. Hastaneye geldiğinde çoktan ölmüş."
Bir an başım döndü. Geriye doğru bir adım attım. Bilemiyorum belki de iki adım atmışımdır. Hiç bir şeyden emin değilim. Babam ölmüş mü? Bu ne demek. Bir insan hayatı boyunca bir çok acı yaşayabilir ama bazı acılar hayal bile edilemez. Buda öylesi bir acı. Aman Allahım, başım çok yine ağrımaya başladı. Sanırım kafatasımda ki kemikler çatlıyor. Bir insanın babası ölür mü ki? Hem daha barışmamıştık bile. Ne için tartışmıştık ki biz? Ne için, ne için? Lanet olsun hatırlayamıyorum. Hatırlayamadığım bir şey için babam bana küs mü öldü? Acaba ölürken ne düşündü? Başım çok ağrıyor. Ahhhh!
- "Ömer, iyi misin?" diye sordu Amirim.
- "İyim. Hemen gidelim."
Hemen polis-kanata bindik. Biner binmez amirim "Merkez binası" diye oto-pilota seslendi. Polis-kanat havalandı ve havayola girdi. Biraz daha hızlı gidemez mi bu makina diye düşündüm. Saatte 347 km hızla gideceğin yere kadar hiç durmadan giden bir taşıttı bu. Ama o an bana yetmiyordu. Dedemin söylediğinde göre o daha çocukken böyle uçan taşıtlar yokmuş. Arabalar yerde gidermiş ve hız sınırı 120 km imiş. İyi ki o tarihlerde değilmişiz. Bu hız bile şu an bana yavaş geliyorken o yavaşlıkta kafayı yerdim. 1 dakika sürmedi merkez binasına gelmemiz. Ahh bu lanet binadan hep nefret etmişimdir. Devletler yeni teknolojiler ile şehirlerde yapılanmalara gittiler ve acil durum hizmetlerini merkez binası dedikleri tek bir binaya topladılar. Hastane, itfaiye ve polis. Ne kadar saçma!
Polis-kanat kendini iniş alanına park etti. İndik ve hızlıca hastane kapısına yöneldik. Mehmet amirle direk morga gittik. Morg yazısını görünce tekrar kötü oldum. Mehmet amir içerdeki robota:
- "Zafer Sonkale'nin naaşını görmek istiyoruz?" dedi ve elektronik kimliğini robota okuttu.
- "Emredersiniz efendim." dedikten sonra robot koridorda ilerlemeye başladı. Bizde onu takip ettik. Babam bu robotlardan hep nefret ederdi. Herhalde şu anı görse iyice deli olur ve o memnuniyetsiz bakışları yüzünde yerini alırdı. Bir an gözümden bir damla yaş süzüldü. Robot durdu ve bir kapağa yaklaştı. Kapağın üzerinde babamın adı yazıyordu.
Unuttuğum başımın ağrısını yine hatırladım. Sanki başımda ki damarlarda kan akmıyordu da kayalar yuvarlanıyordu. Kapak açıldıkça başımın ağrısı daha da şiddetleniyordu. En son babamın yüzü gözüktüğünde ayaklarımda vücudumu taşıyacak güç kalmamıştı. Dizlerimin üstüne çöktüm. Babam, benim güzel babam gerçekten ölmüştü. Şaka değildi tüm bunlar. Benim babam ölmüştü. O an gözlerimi tutamadım. Aniden gelen fırtına nasıl ki camları kırarcasına yağar, öyle ağlıyordum. Göz yaşlarım peş peşe yere düşüyordu. Konuşamıyordum. Dilim düğümlenmişti. Bir şeyler söylemek istiyordum ama ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Ama bir şeyler söylemek istiyorum. Bir anda bağırmaya başladım ve koşup babama sarıldım. Buz gibiydi. Öyle sarıldım ki ona, üşümüştüm. Gözlerimden akan yaşlar babamın saçlarını ıslatıyordu. Allahım bu benim babam mı? Bu buz kesmiş beden benim babam mı? Hayır bu şaka olmalıydı. Gerçek olamaz bu:
- "Babam, babam uyan. Şaka dimi tüm bunlar uyan nolursun babam. Özür dilerim geçen sefer senle tartışırken bağırdığım için. Özür dilerim sen haklıydın babam. Uyan nolur babam. Amirim babam ölmedi dimi? İkiniz bana şaka yapıyorsunuz dimi? Onu çok kızdırdım geçen acısını çıkartıyor dimi? Yeter, ama pişman oldum ben amirim. Yeter bu şaka bitsin. Babam uyansın."
Mehmet amir hiç bir şey söylemedi. Elini omzuma koydu. O ana kadar tüm bunların bir şaka olma ihtimaline içten içe inanıyordum. Ama o el tüm umudumu almıştı benden. Gerçekti, babam gerçekten ölmüştü. Bu soğuk, cansız beden benim babamdı ve ben hayatımda ilk kez böylesine yanlızdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
2084
AdventureTarih 2084. Adalete inanan ve bunun için savaşan bir polis memuru olan Ömer, kendisi gibi polis olan babasını aniden kaybeder. Yıllarca adalet sembolü olarak gördüğü babasını kaybetmenin acısı ile ne yapacağını bilemeyen Ömer, babasının ona bıraktığ...