1583 - Warwickshire
Zarif oymalarla süslenerek sabah güneşi ışıklarının altın sarısı benekler halinde üzerine eğildiği masaya düşmesine sebep olan pencerenin önünde, kelimelerin yüreğinden taşıp kağıda dökülmesine izin veriyordu. Son rötuşlarıydı bunlar. Gece boyunca yazdığı için yanındaki gaz lambası çoktan sönmüştü. Daha piyesini tamamlamadan bile yeteri kadar çarpıcı olmadığının farkındaydı. Bu kasvetli şehir, içindeki tüm yazma şevkiyle birlikte boğuyordu benliğini. Stratford'ın dar sokakları, günlük hayatın telaşesi içinde renklerini kaybedip tekdüzeliğe teslim olmuş insanları, her zaman gri bulutlarla çevrili seması Taehyung'un gencecik ruhunda barınan tutkuyu emip kurutuyordu. Parmaklarının içini mürekkep lekeleriyle doldurmuş dolmakalemiyle en son yazdığı kelimenin üstünü karaladı.
"Kim Taehyung Shakespeare tarafından yazılmış bir oyun ister ki?" Amcası çatı katının ahşap parkelerini gıcırdatan hızlı adımlarla volta atarak söyleniyordu. Hemen yanı başındaki yatakta sıkış tepiş uyuyan çocukların varlığını unutmuş gibiydi.
Taehyung masanın üzerine gelişigüzel saçılmış taslakları hışımla topladı. "Hayatımın geri kalanını eldiven yaparak geçiremem."
Amcasının tombul yüzü çatılmıştı. "Yazar olmak dilencilik yapmaktan daha iyi değildir."
Taehyung bütün ümitlerini bağladığı parşömenleri eline alarak ayağa kalktı ve zihninde beliren hayallerin büyüsüne kapıldığı sırada, heyecanlı bir edayla, "Derler ki Londra'da yazarların adlarını sanki krallarmış gibi haykırırlarmış..." diye mırıldandı. Öfkeyle başını sallayan amcasına baktı. "Bunun hayaliyle yaşıyorum ben. Bana güven, amca."
Sandalyenin arkasına astığı çantayı kapıp elindeki kağıt destesini sıkıştırırken, küçük yeğeni yatakta hafifçe doğrularak, "Tae..." diye seslendi uyuşuk bir tınıyla.
Taehyung çocuğun yanında diz çöküp gülümsedi. "Günaydın, Prens Hamnet."
Hamnet bir bulut yığını gibi alnının üstünde kabaran sarı saçlarının arasında zorlukla belli olan gözlerini ovuşturduktan sonra genç yazara baktı. "Babam hikayeleri senin kadar düzgün anlatamıyor."
Her akşam çocukların uykuya dalmasına yardımcı olmak adına Taehyung'un anlattığı masallardan bahsediyordu. Taehyung'un onları bırakmaması için bahaneler öne sürdüğü her halinden belliydi.
Oğlanın gözüne giren kıvırcık tutamları çehresinden çekti. "O zaman Kraliçe Mab'i sizinle bırakacağım."
Hamnet'in kaşları merakla havalandı. "O da kim?"
"Kraliçe Mab geceleri çocukların kulaklarının içine girip onlara hikayeler anlatan, uğur böceği kadar ufak bir peri. Peki nasıl hikayeler anlattığını tahmin edebilir misin?" diyerek çocuğun düşünmesini bekledi.
Hamnet'in bir sıcak çikolata kadar akışkan koyu renk gözleri irileşti. "Ejderhalı mı?"
Taehyung en sevdiği hikayenin ejderhaları içerdiğini bilerek, kıkırtılar eşliğinde, "Evet. Ejderhalı," diye onayladı. "Ben geri dönene kadar Kraliçe Mab'le tatmin olabilecek misin?"
Hamnet bakışlarını ondan çekerek başını salladı yavaşça. Gül goncasını andıran ufacık dudakları ağlamaklı bir edayla büzülmüştü.
"Hey..." diye fısıldadı Taehyung, "Yapma böyle." Hemen ardından çocuğun alnını nazikçe öpüp saçlarını okşadıktan sonra tekrar uykuya dalana kadar yanında bekledi. İmkanı olsaydı onları da beraberinde götürmek, eğitimlerini bizzat kendisi verip sanatsal taraflarını ortaya çıkarmak isterdi fakat kendisinin bile Londra'nın görkemine tutunup tutunamayacağı meçhuldü. Bu yüzden sessizce yatağın yanından kalktı ve amcasıyla birlikte aşağıya indi.
Üzüntüsünü maskelemek adına kızgın bir tavır takınmaya çabalayan amcasına sarılırken, onlardan ayrılacağı için burkulan yüreğini tutmaya çabalayarak, "Bir gün bize Stratford'daki en büyük evi alacağım," dedi neşeyle.
Amcası silik bir gülüşle omzunu sıvazladıktan sonra ellerine bir zarf tutuşturdu. "Bunu Londra'ya götürmelisin. Kuzenin Southwell için."
Taehyung'un dudaklarında beliren tebessüm aniden soldu ve zarfı geri ittirdi. "Southwell Londra'nın en çok aranan adamı."
Merdivenleri hızla inmeye yeltendiği sırada amcası, "Peder Southwell gerçek bir Katolik," dedi.
"Evet, Taehyung. Ve gerçek bir yazar," diye ekledi Taehyung'un hemen önündeki merdiven basamağında dikilen karısı. "Onu örnek alırsan iyi edersin. Kelimelerini Tanrı'nın hizmetine ada."
Fakat Taehyung sadece sanatla meşgul olmak istiyordu ve bu gayesine engel olacak hiçbir şeyi yapmaya niyetli değildi. "Ben siyasetle ilgilenmiyorum!"
Amcası ona yaklaştı ve kelimelerini iyice vurgulayarak konuştu. "Bu siyaset değil. Bu senin özün. O Protestan şeytanların ailemize yaptıklarını sakın unutma! Hatırla, Taehyung. Hatırla."
Her gece o güne ait kabuslar görürken Taehyung'un yaşanılanları unutması mümkün değildi zaten. Yavaşça amcasının elindeki zarfı alıp, amcası, "Mektubu Cross Keys Tavernası'ndaki John Wilkes'e bırak," dedikten sonra merdivenleri indi.
"Ve tespihin," diyerek kumaş parçasının içindeki tespihin üzerine zarfı koyup tortop haline getirdi amcasının karısı. "Korku içinde yanmaktansa erdemli olarak ölmek daha iyidir."
Taehyung kumaşı çantasının içine koydu ve tecrübesiz benliğini içine sürükleyen belirsizliğin yol açtığı heyecanla dışarıya adımladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ungodly Hour » vmin
FanficDüşünce insanların ve kaderin gözünden Afarozlular gibi, yapayalnız ağlarım: İrkilir sağır gökler çığlıklarım yüzünden, Bahtıma lanet okur, yüreğimi dağlarım; Talihi yaver giden herkese gıpta eder, Şu denli güzel olsam, dostlarım olsa derim; Şunda s...