Londra; tenleri bambaşka tonlarla renklenmiş, hatları bambaşka kıvrımlarla şekillenmiş olsa da gözlerinde aynı yaşama sevincinin kıvılcımlandığı kalabalıkta, sıkış tepiş tezgahlara parlatılarak yerleştirilen meyvelerin üzerinde, az önce yağan yağmurun kaldırımlarda oluşturduğu su birikintilerinde binlerce akis halinde hayatın canlılığını resmeden göz alıcı bir tablo gibiydi. Tutukça şehrin taze dinamiğine uyum sağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyordu Taehyung. Etrafını sarmalayan cümbüşün büyüsüne teslim olmuş halde, dudaklarında peyda olan belli belirsiz gülümseme eşliğinde yürüyor, hayranlık dolu bakışları, kah tek tekerlekli bisikletinin üzerinde dengede kalmaya çalışan bir akrobata, kah terbiyecilerinin kontrolü altında gösteri yapmakta olan hayvan topluluğuna değerken, yaşadığını iliklerine kadar duyumsuyordu.
Damarlarında akan kanın gücünün, genç kaslarının diriliğinin farkına varmıştı birdenbire. Öyle kudretli hissediyordu ki kilometrelerce koşsa da dizlerindeki takat tükenmezmiş gibiydi. Manavların bağırışları, şehrin şölenine renk katan çalgıların tıngırtıları kemiklerinin üzerinde titreşiyordu adeta. Ne Stratford, ne de dünyanın başka herhangi bir bölgesi... Ruhunun ait olduğu yer burası, her türlü drama ve insana kucak açan bu kentti işte.
"Merhaba, bayım!" Kıyafetleri ve çehresi kir içinde, fakat gözleri iki küçük yıldız parçasını andıran bir çocuk kalabalığın arasından sıyrılıp Taehyung'un önüne atıldı. "Ben Presto, şehrin en gözde rehberi! Buralarda yeni olmalısınız. Size Londra'nın görülmeye değer her yerini gezdirebilirim. Kumarhaneler, atış poligonları, vahşi köpekler tarafından parçalanan ayılar, yıldız falınıza bakacak kör bakireler... Rehberiniz Presto olunca Londra aş, siz kepçe!" Dalgalı saçları omuzlarına dökülüyor, Taehyung'un temposuna yetişmek üzere koşturdukça kulaklarının arkasında sallanarak adımlarına eşlik ediyordu.
Taehyung gülerek çantasından not defterini çıkartıp, çocuğun söylediklerini kağıda aktardı. Oyunları için kullanabileceği replikleri biriktiriyordu böylece. "Londra aş, siz kepçe..."
Presto kaşlarını çattı. "Neden sözlerimi not ettiniz, bayım? Hainlik etmedim ki ben!"
"Umarım etmemişsindir. Kelimeleri kötüye kullanırsan, seni bir İspanyol hançerinden bile daha hızlı kesip geçebilirler çünkü."
Presto kıkırdadı. "Vay! Bu güzeldi, bayım." Taehyung'un bedeninde dolanan ölçüp biçici bakışları anlık bir kavrayışın etkisiyle genişlediğinde, heyecanla haykırdı. "Yoksa bir şair misiniz? Evet, evet, siz harika bir şairsiniz! Bunu konuşma şeklinizden anlayabiliyorum. Belki de Londra'ya şöhret sahibi olmak için gelmişsinizdir..."
Taehyung duraksayıp beklenti içinde ona bakan çocuğa döndü. "Evet. Ve bu da şu anda yanımda hiç para olmadığı anlamına geliyor. Yani, elveda."
Kalabalığa karışacakken Presto tekrar yanında beliriverip, "Bayım, siz beni yanlış anladınız!" dedi. "Ben paranızı istemiyorum. Yalnızca sizin bunu ima edişiniz bile midemi bulandırmaya yetti! Servisim bedavadır. Şimdi söyleyin, gezintiye nereden başlamamızı istersiniz?"
Taehyung'un gözleri bir ağaç gövdesindeki tiyatro oyunu afişine takıldığında, Presto da bakışlarını takip edip aynı yere baktıktan sonra neşeyle zıpladı. "Siz bir tiyatro şairisiniz! Doğru bildim, değil mi?" Ellerini iki yana açarak heyecanla konuştuğu sırada suratında beliren ifadenin sevecenliğinden ötürü Taehyung hafifçe gülümsemekten kendini alamamıştı. "Londra'nın en iyi tiyatrosu buradadır, bayım. Hadi gelin, size göstereyim!"
Kolundan hafifçe çekiştirdikten sonra hoplaya zıplaya ilerlerken, tekrar arkasına dönüp, şaşkınca dikilmekte olan Taehyung'a seslendi. "Hadi!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ungodly Hour » vmin
FanfictionDüşünce insanların ve kaderin gözünden Afarozlular gibi, yapayalnız ağlarım: İrkilir sağır gökler çığlıklarım yüzünden, Bahtıma lanet okur, yüreğimi dağlarım; Talihi yaver giden herkese gıpta eder, Şu denli güzel olsam, dostlarım olsa derim; Şunda s...