Rocha Hanedanlığı.
Gezegenin en çok yaşayan hanedanı. O hanedanla birlikte doğan hanedanlar ölmüştü ve ondan sonra da kimse onlara karşı çıkamadı. Atalarının cadılarla ilişkisi olduğuna bağlayanlar vardı. Dünya tarihi ilk kez böyle bir hanedanlığa tanık olmuştu. Kuzeyde, güneyde, batıda, doğuda... her yerde toprakları vardı. Dünya ilk kez böyle bir bolluk ve bereketle karşılaşmıştı. Hanedan mensupları iyi insanlardı. Halkına zulm etmiyordu. Bu da halkın işine geliyor ve sessizce hayatlarını yaşayıp ölümlerini bekliyorlardı.
Rocha hanedalığında en büyük kısım batı kısmıydı. Yarısını kral diğer yarısını da kral öldükten sonra tahta geçecek kişi yönetirdi. Tahta geçecek kişinin erkek olması zorunluydu. Kadınlar daima ikinci planda kalmıştı. Sarayla, eşiyle ve çocuklarıyla zamanını harcardı. Hiçbir kadında buna itiraz etmezdi.
Kral James'in cesur bir erkek kardeşi ve krallıktan anlamayan kendisini eğlenceye adamış 'kendince lanetli' olduğuna inandığı bir de oğlu vardı. Kral James, erkek kardeşi Lord Joss 'tan küçüktü. Lord Joss babasıyla çıktığı savaşta yaralanmış ve babasını yani önceki kralı kaybetmişlerdi. Kral James bunu fırsat bilerek tacı başına taktı ve ağabeyi Lord Joss krallığa gelene kadar hüküm sürdü. Aslında Lord Joss öyle biliyordu fakat James buna izin vermedi. 'Kral benim!' dedi ve elini yumruk yapıp masaya vurdu. Lord Joss mertebesi yüzünden sadece birkaç yıl ülkeden sürüldü. Lord'un yaşadığı her gün, her saat, her dakika siniri katbekat artıyordu. Sürgündeyken krallıktan ona gelen sadece ayda 2 çeşit baklagil, biraz su ve bir fıçı da bira geliyordu. İki yıllık sürgünden sonra krallığın en soğuk tarafını, insanların tercihi olmayan yerini yani kuzeyi yönetilmesi gerektiği istendi. Bu onu daha çok sinirlendirdi.
Kral James ise bundan herhangi bir pişmanlık duymuyordu. Çünkü doğdu andan itibaren her zaman ağabeyi övülür, onun kral olacağı söylenir ve kendisinin de sefil bir hayat çekerek ölmesi düşünülürdü. Eğer o şimdi kral olmasaydı, ağabeyinin gazabının altında kalıp sefil bir hayat sürerdi. Aynısını Lord Joss'a yapabilirdi, fakat o henüz bu kadar merhametsizleşmemişti. Halk merhametsiz kral istemezdi.
Fakat halkına karşı merhametli olan kral, oğluna karşı bir türlü merhametli olamıyordu. Onun lanetli olduğuna inanıyordu. Ondan sonra doğan birçok çocuğu olmuştu ve ne tesadüftür ki sadece kızları yaşabilmiş, oğullarından birisi ise sadece 1 ay yaşayabilmişti. Buna Harold'un neden olduğunu düşünüyordu.
Lord Harold gördüğü korkunç rüyayla kan ter içinde uyandı. Çıplak vücudu terden ıslanmıştı. Yüksek sesle nefes alıp veriyordu. Bunu duyan yaveri koşarak küçük odadan büuük odaya geçti. Koşmuştu fakat takırtı yapmadan odanın içine varmıştı. Lord Harold içtiği suyu kenarı koydu ve yatakta doğruldu.
"Niall.. Anlattıklarını gördüm." Nefes alış verişi yavaş yavaş düzeliyordu. Niall ile beraber sarayda büyümüşlerdi. Belki de sarayda onu seven tek insan Niall'dı. Herkes saygı gösteriyordu, zorundalardı. Fakat insanların o bakışları insanı korkutuyordu.
"Neyse ki o cadı artık yok, dünya için büyük bir tehlikeydi." Niall, Lord'unu sakinleştirmek için sakince konuşuyordu.
O cadı, dünyanın gelmiş geçmiş, görebileceği en kötü cadıydı. 500 yaşını devirmişti ve insanlar daima bunun sadece büyü ile imkanlı olduğunu düşünüyordu. Sadece büyü ile değil, o cadının diğer mesleği ebeydi. Doğurttuğu her erkek bebeği öldürüyor, ve bir büyü sayesinde onların yaşamını kendi yaşamına ekliyordu. Harold'un o cadıdan kurtulması ise mucizeydi.
Sadece, mucize.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CHANGE
FanfictionEfsanevi güçlerle ayakta kalan bir krallık. O krallığın sevilemeyen ve lanetli diye anılan Prensi Harold.