1939 yılının pralel türkiyesinde gerek konuşma tarzı gerek teknoloji gerek sosyal anlamda ülke normalinden çok daha ileridedir. Bu evrende Türkiye kendi arabasından piyade silahlarına, günlük eşyalardan savaş uçaklarına kadar herşeye sahiptir ve ülke bunu 8 kişiye borçludur... Profesyonelce işlenmiş bir cinayetin mesleğinden bıkmış bir polise, yanına iç işlerinden bir müfettiş verilmesinin akabinde, yıllardır ortalıkta gözükmeyen eski ortağı ile birlikte olayı araştırdıkça daha da karmaşık bir hal alması hayatlarının en büyük sınavını 2. Dünya savaşı arifesinde vermelerine sebep olacaktır.
1
TANIŞMA
‘‘İşte yine başlıyoruz.’’ dedi Efe, kulak tırmalayıcı bir sesle çalan saate kan çanağı olmuş gözleri ile bakarken. Berbat ve bir o kadar da sıkıcı bir günün daha başlangıcının habercisiydi çünkü bu.
Bundan dolayı olsa gerek, başucundaki komidinin üzerinde duran ve zaten zonklayan başını daha da çok ağrımasına sebep olan bu sinir bozucu saati tutup karşısındaki duvara fırlattı ve parçalara ayrılışını izledi, güzel bir güne başlamak için fena sayılmaz değil mi? Neyse, sonuç olarak uyanmıştı artık, sıcak yatağından kalkıp işe gitmeyi ne kadar çok istemese de bunu yapmak zorunda olduğunu biliyordu. Üzerinden yorganı atıp yavaşça doğruldu yatağında, gözlerini ovuşturdu, bu uzun bir esneme takip etti, kalktı, banyoya gitti. Yüzünü yıkamak için musluğu açıtı, ellerini birleştirip suyun altına tuttu ve su dolu elini yüzüne çarptıktan sonra aynada yüzüne baktı, çok uzun olmayan kahverengi saçını ve pos bıyığını bi yokladı ardından (yılların getirdiği yorgunluğun kahverengi gözlerine yansımasını, kırışıklıkları ve birkaç izi kalmış yarayı saymaz isek) elini kirli sakalının üzerinde şöyle bir gezdirdi, tıraş olmak istemiyordu, üşendiğinden değil, sadece canı öyle istediğinden ama bu isteğin onu bütün gün boyunca emniyet amirinin azarını çekmek zorunda bırakacağını da bildiğinden, tıraş oldu, dişlerini fırçalayıp kısa bir duş aldıktan sonra mutfağa gidip kendine hafif bir kahvaltı hazırladı, (çokta büyük olmayan) salonundaki masaya kurdu kahvaltısını, duvarda asılı olan saate baktı saat 6.14dü ‘Haberler birazdan başlar.’ diye düşündü radyoyu açarken.
Gitmesine daha yarım saat vardı o yüzden hiç acele etmedi yavaşça yaptı kavatlısını, çayı iyi demlemişti (normalinde bunda hiç iyi olmamasına rağmen) dördüncü bardağın sonuna gelmişken radyonun iç karatıcı cızıltısı yerini narin bir kadın sesine bıraktı.‘‘…sizlerde taktir edersiniz ki sayın dinleyenler bu günün en önemli haberi dün akşamüzeri galata kulesi civarındaki küçük hendek caddesinde cesedi bulunan İstanbul Üniversitesi makine mühendisliği bölümü başkanı sayın prof. dok. Erdal Turan’ın cenazesi Afet yolu caminde kılınacak öğle namazına müteakip zincirli kuyu mezarlığına defnedilecektir Kendisine Allah dan rahmet, dostlarına ve yakınların baş sağlığı diliyoruz.Sayın Turan’ın katil zanlılarının bulunup en kısa zamanda adalet karşısına çıkarılacağının sözünü veren İstanbul Emniyet Müdürü sayın Doğukan İşlek, Erdal Turan’ın ölümü ile ilgi şöyle konuştu ‘Sayın Erdal Turanın ölümü ile ilgili bütün bulgular kendisinin bir cinayete kurban gittiğini gösteriyor,kendisi ülkemizin yetiştirdiği çok değerli zatlardan biriydi, yakınlarına baş sağlığı diliyorum ve şundan emin olsunlar ki en kısa zamanda zanlıları bulup adalet önüne çıkaracağız!’sayın İşlek’in bu açıklamalarından sonra…’’ Efe bir hışımla kapattı radyoyu ‘‘Boş laf!’’ dedi alaycı bir tavırla ama sonra birden canı sıkıldı ‘‘Emniyette ana baba günüdür şimdi…’’ masayı toplarken ‘‘İşin yoksa şimdi bir ton nutuk dinle, tam ihtiyacım olan şey!’’ masayı topladıktan sonra yatak odasındaki gar dolabına gidip kahverengi takım elbisesini giydi beylik tabancasını deri koltuk altı kılıfına yerleştirdi ve ceketini onun üzerine giydi silahın varlığı hiç belli olmuyordu. Evden tam çıkacakken bir an duraksadı ceplerini bir yokladı her şey tamamıydı? Rozet, arabanın ve evin anahtarları, kimlik, silah, Güzel! Her şey tamamdı artık çıkmaya hazırdı. Kapısını kapattı, merdivenlerden hızlıca indi ve apartmandan çıkıp arabasına bindi (Gerçi araba çok lüks olmasa da yinede ayağını yerden kesiyordu ki ya ona yeterdi) ve emniyetin yolunu tuttu. Emniyete vardığında ise itiraf etmeliyim ki şaşırmıştı, çünkü hiçte ana baba gününe benzemiyordu, ortalık gayet sakindi, tüm diğer sabahlar gibi… Recep usta yine çay ocağının başında o çok sevdiği Sivas türkülerinden birini (zira kendisi aslen Sivaslı) söylüyordu. Kamil ile Osman her sabah olduğu gibi bu sabahta bir ellerinde dumanı üstünde tavşan kanı çayları diğer ellerinde ise yarısına gelmiş oldukları sigaraları ile okudukları gazetelere dalmış dünya ile ilişkilerini kesmişlerdi arada sırada kendi kendilerine bir şeyler mırıldanırlardı her halde okudukları habere yorum yapıyorlardı. Birden ince bir sesin yükseldiğini duydu, çiçeği burnunda komiserliği ile Zehra millete sağlam bir fırça çekiyordu. Efe onun bu tavrına sadece ufak bir tebessüm etmekle yetindi ve tabiî ki Faik’te yani gelen kadın stajyer polislere ‘Nasıl’ iyi ve başarılı (sanki kendisi çok başarılı ya neyse) bir polis memuru olunacağını anlatıyordu.