Ayaklarımın asfalta çıkardığı sesler, sokaktaki uğultuya karışıyordu. Sağ omzumda duran sırt çantamı kendime doğru çektim. Fermuarı açtım, içinden telefon ve kulaklığımı çıkarıp tek kulağıma kulaklığı geçirdim. Rastgele bir şarkı açtım ve hafif taşlı yolda yürümeye devam ettim.
Daha fazla insanların boş konuşmalarıyla çıkardığı gürültüyü duymamak adına diğer kulağımı da boşta kalan kulağıma geçirdim. Sokak çok kalabalık değildi fakat insanlar ve her gün yanlarında getirdikleri boş konuşmaları sayesinde uğultu oluşuyordu.Hayatım rutin şekilde devam ederdi ve alışmıştım.
Onları görmek istemeyen gözlerime daha fazla eziyet etmeyerek göz kapaklarımı indirdim. Gözlerim kaplıyken hala aynı hızla adım atmaya devam ettim.
Bir adım attım... Bir tane daha... Ve bir tane daha...
Bu şekilde ilerlerken bir yandan da kulaklarımın içini dolduran şarkıya eşlik ediyordum. Yaklaşık bir metre ilerledikten sonra asfaltı ağlatırcasına kayan teker sesiyle irkildim. Etraftaki birkaç insanın bağırışlarını duyabiliyordum.
Gözlerim yavaşça aralanırken şarkıyı kapattım ve olduğum yerde kalakaldım. Başımı hafifçe sol tarafa çevirdiğimde onu gördüm.
Yaşlı, göbekli ve kirli sakallı amca orada öylece durmuş bana bakıyordu. Gözlerim hemen arkasındaki arabasına kaydırdım. Adam ve arabası sanki bir uyum içindeydi. Piknik tipli amca ve onun ultra lüks- gerçek anlamda değil- arabasına baktım.
"Pardon... Ben görmemişim." Sayılı sözlerimin ardından koşar adımlarla ayrıldım olduğum yerden. Yanlarından geçtiğim birkaç insan ordusu bana şaşkınlıkla bakarken bir kez daha nefret ettim yaşamaktan. Özgüvensizliğim sayesinde çoğu işi elime yüzüme bulaştırırdım. Hızlı adımlarla uzaklaştığım alan bayağı geride kalmıştı. Sahil kenarına geldiğimi henüz yeni kavrayabilmişken banklardan birine oturdum.
Derin derin nefesler alarak iki yana açtığım bacaklarımın üzerine kollarımı koydum ve eğildim. En sonunda normal bir pozisyon aldığımda sabahın erken saatlerinden olsa gerek deniz ve gökyüzünün birleştiği yerde muhteşem bir manzara vardı. Gülümsedim.
Bileğimdeki saatime baktım. Yaklaşık beş dakikadır buradaydım sanırım. Yavaşça oturduğum yerden kalktım. Gülümsememi yüzümden silmezken, daha da büyüdü yüzümdeki gülümseme.
"Bunun böyle olmaması lazımdı. Yaşlı amca ne yahu! Genç yakışıklı ve zengin birinin olması gerekiyordu!" Etraftakilerin bana deliymiş gibi bakmalarından sonra susmaya karar verdim. Belki de başka biri olsa onları umursamazdı ama ben özgüvensizdim ve bundan nefret ediyordum.
Daha çok yazmayı tercih ederdim çünkü benim rahatlamamı ve içimdekileri rahatça kağıda dökmemi sağlıyordu. Sırf bu yüzden ortaokulda günlük tutmaya başlamıştım. Evet, bunu herkes yapabilirdi fakat ben ona acılarımı , hırslarımı ve daha nice duygumu yazardım. Bu hayatta kesinlikle beni rahatlattığına emin olduğum bir şey varsa, o da yazmaktı.
Bu yüzden kendimi kitap karakterleriyle dolu bir dünyada yaşarken bulmuştum. Baksanıza daha bir klişeyi beceremiyordum. Kendi kendime, insanları biraz olsun umursamamaya çalıştım ve gülümseyerek yoluma devam ettim...
∞∞∞
Sınıfın kapısını araladım ve içeri geçtim. Ben arkadaşlarıma -hangi arkadaş?-karşı değil de daha dış dünyaya özgüvensizdim sanırım veya asosyal . Yinede hiçbir şey demeden sırama geçtim. Her zaman ki pencere en köşe sıra benimdi. Havalı falan olduğumdan değil, sanırım sadece fazla 'asosyal'dim. Sınıfta birkaç kişi daha tekti ama ben sanki sınıfta unutulan kızın tekiydim. Onlar için olsam da olur olmasam da.
Etrafı şöyle bir süzdüm. Her zaman ki sınıftı işte. Sırada öylece duran çantamı aldım ve resim çizmek için kullandığım defteri çıkardım. Resim konusunda yetenekli olduğumu söylerler diyemeyeceğim çünkü ortada öyle biri yok maalesef. Kendi kendime deftere bir şeyler karalamakla meşguldüm.
On dakikadır çizim yapmakla uğraşmıştım. Artık sıkılmıştım, etrafıma bakınırken birden bire sınıftan Alper'le göz göze geldim. Kaşlarımı çatmış ona bakarken o sadece bana boş boş bakıyordu. Düşünür gibi bir hali vardı. Alper sınıfta ezikler kategorisindendi. Ama bence bu çok saçmaydı. Neden insanları ezik, inek , popüler vs. diye ayırırlardı ki. Bizim okulumuzda sıra şundan ibaretti;
En üste popülerler, bir alta onlara yaranabilmek için yaşam mücadelesi verenler falan filan, bir alt inekler, bir alt eziklere doğru giderlerdi, birde yok sayılanlar. Alper de işte o alt gruplardaydı. Ama hala bana bakmasının bir sebebi olmalıydı. İçimden bir ses 'Ne bakıyorsun oğlum, öküzün trene baktığı gibi!' Ama hayaller hayatlar. İçimde gülmemek için savaş verirken bir an da sınıfa hoca girdi. Herkes neredeyse slow motion şekilde yerine ilerledi.
Ben hocanın klasikleşmiş cümlelerini bitirmesini beklerken hala Alper'in bana baktığını gördüm. Dışımdan derin bir nefes aldım sakin kalmak için. Ama çocuğa ölümcül bakışlarla bakmak yetmiyordu. Aslında onunla bir sorunum yoktu hatta kelime haznemin çoğunu Alper'le boşaltırdım okulda.
Yani anlayacağınız kırk yılın başı da olsa arada bir muhabbet ederdik. Yerimde rahatsızca kıpırdandım ve ağzımı açtım. Tam bir şey söyleyecektim ki içeri biri girdi.İçeri, muhtemelen dokuzuncu sınıf olan kısa siyah saçlı ve sanırım koyu mavi gözlü bir çocuk girdi.
"Hocam müdür Masal Soykan'ı çağırıyor!" Gözlerimin odağı olan çocuk beni şaşkın bir şekilde bırakmıştı. Müdür? Beni? Çağırmak? N'oluyor ben anlamadım .Hoca yavaşça bakışlarını bana çevirdi.
"Hadi kalksana kızım." Hocanın sakin ama bir o kadarda güçlü cümlesiyle yerimden kalktım ve kapıya yöneldim. Çok güzel sınıfın ortasında rezil olmuştum. Tabii sınıfın orta yerinde put gibi dikilirsen olacağı bu. Bakalım müdürün odasında beni neler bekliyordu...
Bölüm sonu umarım beğenmişsinizdir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASOSYAL
Teen FictionAsosyaldim... Özgüvensizdim... Kendime güvenim yoktu... Ta ki o hayatıma kepçe misali dalana kadar. Sanki tüm duvarlarım yıkılmış, yeniden doğuyormuşum gibi... İşte bu da benim hikayem, kendi benliğinde kaybolan ASOSYAL'in hikayesi. Bir asosyal masa...