Okula girdiğimde dört senedir ilk defa insanların bakışlarını üzerimde hissediyordum. İlgi odağı olmaktan hoşlanmazdım ama sonunda aynı okulu paylaştığım kişilerin benim farkıma varmaları iyi bir durum olarak nitelendirilmeliydi. Sanırım.
İlk iki dersin sonuna kadar durum değişmeyince endişelenmiştim. Teneffüs ziliyle birlikte tuvalete koşup aynada kendimi inceledim. Soluk mavi kot pantolon, yakasından gri atletimin gözüktüğü lacivert yıpranmış bir tişört ve krem tonlarındaki ceketimle kesinlikle her zamanki pasif kişiliğime uygun giyinmiştim. Kıyafetimde bir sorun yoksa bu bakışların anlamı neydi?
Tam tuvaletten çıkmak üzereydim ki sarı buklelerinden Teresa olduğunu anladığım kız içeri girdi. Grace ve Teresa ikizlerdi. İkisi de aynı derecede güzel ve aynı derecede ilgi çekiciydiler. Aslında o kadar benziyorlardı ki Grace'in saçları, Teresa'nınkilerden farklı olarak düz ve kahküllü olmasa onları asla ayırt edemezdim. Lisedeki klişe "popüler ama kötü kız" olayı bizim okulda yoktu ancak olsaydı, bu popüler kızların ikisi olacağı şüphesizdi.
Yine de etrafındakilere daima sıcakkanlı yaklaşan Teresa'nın bana doğru dik bir şekilde baktığını görünce irkildim. Matematik ve tarih hariç bütün derslerde önünde oturmama rağmen benimle hiçbir zaman iletişim kurmamış bu kızın bugün benimle ilgilenmesi, sabahki bakışlarla aynı nedenden olabilir miydi? Bunu öğrenmek zorundaydım ve elimdeki tek şansın ne olduğunu da pek ala biliyordum.
"Hey, Teresa!" diye seslendim kapıdan onun yaslandığı duvara doğru ilerlerken. "Farkında olmadan seni rahatsız edecek bir şey mi yaptım?" Hadi ama, diye geçirdim içimden. Bu kadar kibar olmak zorunda mıydım sanki? Acınası görünüyor olmalıydım.
Yaslandığı duvardan ayrılıp omuzlarını dikleştirdikten sonra konuştu. "Beni değil, Lena. Kardeşimi rahatsız ettin. Hem de çok." Adımı biliyor olmasının şaşırtıcılığı bir yana, yalnızca ailemin seslendiği şekilde kısaltma kullanmış olmasını öyle sinir bozucu bulmuştum ki verdiği cevabı birkaç dakika sonra algılayabilmiştim.
"Adım Milena," diye düzelttim sıktığım dişlerimin arasından. Ardından tiz bir sesle ekledim. "Grace'i mi rahatsız etmişim? Nasıl? Biraz açık konuşmayı dene lütfen."
Sahte bir iç çekişin ardından gözlerini devirdi. Beni hafifçe sağa doğru itip tuvaletin çıkışına yönelirken "Okul panosuna gerçekten hiç bakmıyor musun, Milena?" diye sordu.
Ders zili çalmıştı ancak Teresa'yla aramızda geçen can sıkıcı konuşmanın ardından fizik dinleyecek durumda olduğumu zannetmiyordum. Şey, işin doğrusu hiçbir zaman fizik dinleyecek durumda olmuyordum. Fakat şimdi bir de bakmam gereken bir okul panosu vardı. Hem genel olarak sorunlu bir öğrenci olmadığımdan bir gün derslere girmeyişimin bedeli ağır bir ceza olmazdı. Bu düşüncelerle giriş koridorundaki okul panosuna yürümeye başladım.
Basket maçının tanıtım afişleri, yardım konserinde görev alacakların listesi, okul tiyatrosu oyuncuları, deneme sınavı tarihleri... Bir saniye. Kafamı hızlıca sağa sola sallayıp görüşümün düzelmesini bekledim ancak hiçbir değişiklik olmadı. Tiyatro kulübünden görevli öğretmenimiz Bayan Champkins baş oyuncu olarak gerçekten beni seçmişti. Ben, Milena J. Williams, üç senedir Grace Sherwood'un oynadığı rolü elinden almıştım.
Bahçeye çıkıp rüzgarın yüzüme çarparak kızıl saçlarımı savurmasına izin verdim. Rüzgar şiddetini arttırdıkça olayın gerçekliğini biraz daha fazla idrak etmeye başlıyordum. Küçüklüğümden beri her konuda beceriksiz olduğuma inanıyor ancak annemin mesleği olması nedeniyle tiyatroya derin bir sevgi besliyordum. Lise hayatım sona ermeden kendim için bir şeyler yapmaya karar verdiğimde ise tiyatro kulübüne başvurmuştum ama her sene oynanılan piyesteki en büyük rolü, daha da önemlisi Grace'in rolünü bana vereceklerini ihtimal dahilinde bile bulundurmamıştım. Bu, Doktor Watson olmaya razıyken Sherlock Holmes olup çıkıvermeniz gibi bir durumdu ve bu durum karşısında nasıl bir tepki vereceğimi dahi kestiremiyordum. Hayalimi gerçekleştirecek ve liseden işe yaramaz bir şekilde mezun olmayacaktım fakat bu aynı zamanda öğrencilerin birçoğunun nefretini kazanacağım anlamına geliyordu. Derin bir nefes aldım ve teneffüsü haber veren zil çalana kadar kalp atışlarımın düzene girmesi için bekledim.
"Bunu cidden yapacak mısın yani?" Hemen arkamda hissettiğim nefes ürkmeme neden olsa da buna sebep olan kişiyi görmek için arkamı döndüm. Grace. "Üç senedir bu rolü oynuyorum, senden çok daha tecrübeli olduğum kesin. Ayrıca görüntüm de buna daha uygun. En az on kilo fazlan var, Milena! Tanrı aşkına, vazgeç bu işten."
Birçok insan bu sözleri her gün duyuyor ve bununla başa çıkabiliyordu. Oysa ben güçsüz ve beceriksizin tekiydim. Grace'e hak veriyordum, bunu yapabilecek donanıma sahip değildim. "Ben..." diye başladım. Ancak öfkeyle ışıldayan gözleri yeni bir çözüm yolu bulmuş gibi elanın farklı bir tonuna bürünürken sesimi kesmek zorunda kaldım.
"Yine de bunu yapacağım diyorsan sana yardım edebilirim. Bunu ister misin?" Teklifi karşısında her ne kadar küçük çaplı bir şok geçirmiş olsam da hayatımda ilk defa karanlığın ortasında bir ışık demetinin gözüme iliştiğini düşündüm.
"Elbette." Oysa karanlığın kendisi, Grace Sherwood'du.
Ve işte kendi sonumun başlangıcını böyle hazırlamış oldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Breathing Fine
Novela JuvenilMilena J. Williams. Aşırı yeme bozukluğu. Kit Harries. Akciğer kanseri. Violet (Juliet) Langdon. İntihar eğilimi, depresyon. Herkes üç sorunlunun birleşiminden daha fazla sorun çıkacağını düşünürdü, ta ki onlar birbirleriyle tanışana kadar.