Nereye doğru gidiyorduk? Doğru ve yanlış neredeydi? Biz birbirimiz için doğru kişiler miydik? Aramızdan çok erken ayrılanlar bunu hak etmiş miydi? Şu an üzerinde durduğumuz zemin gerçekten de sandığımız kadar sağlam mıydı? Ben böylesine bir acıyı tatmak için uygun muydum? Ya da biz, bu dünyanın yükünü omuzlarımıza alacak kadar güçlü müydük? Öyle mi sanıyorduk kendimizi? Peki ya tanrı, yaptığımız tüm hatalara rağmen bizi kabul eder miydi? Tanrı, bir gün gerçekten de tanrı olduğunu hatırlar mıydı?
"Ne düşünüyorsun?" Çıplak omzuma konan soğuk ve nemli yanağı sayesinde irkildim.
"Korkuttum mu? Özür dilerim." Kafamı iki yana salladım ve omzumu kaldırarak yanağının yüzüme yaklaşmasını sağladım.
"Hayır, dalmışım sadece."
"Ne düşünüyordun?" Diye tekrarladı zaman kipini değiştirerek. Yüzümü buruşturdum ve gözlerimi karşıdaki buğday tarlasından çektim.
"Her zamanki saçmalıklarım işte. Bilirsin beni."
"Evet, bilirim seni." Yanağını kaldırdı ve yaslandığı yere sesli bir öpücük kondurdu. Sessizce gülümsemekle yetindim. Taehyung bugün şaşırtıcı bir şekilde mutluydu. Mutlu ve heyecanlı...
"Hava gittikçe ısınıyor evet ama bu askılı elbiseyle üşümüyor musun?" Kafamı iki yana salladım.
"Hayır, ayrıca üşümek hoşuma gidiyor. Bilirsin beni." Dedim az önceye gönderme yaparak.
"Evet, bilirim seni." Dedi az önceki tonlamanın aynısıyla. Ellerini iki kolumun arasından uzattı ve belimden uzanarak karnımın ortasında kavuşturdu. Ellerim yerini arıyormuş gibi anında ellerinin üzerini buldu.
"Bugün biraz dışarı çıkalım mı? Uzun zaman oldu." Kafamı eğerek yüzünü görmeye çalıştım, tabii bu açıdan epey zordu.
"Neden? Ne yapacağız dışarıda?" Ellerini daha da sıkı sardı ve ellerimin üzerine tutundu. Derin birkaç nefes aldı, solukları kulağıma çarparken.
"Bütün gün evdeyiz. Farkındayım hala kırgınsın, yas tutuyor ve hiçbir şey yapmak istemiyorsun. Ama sana da bana da iyi gelir. Temiz hava, buğday tarlası ve fotoğraf makinesi... Bu ikimizin de hoşlandığı şeyler." Kurduğu uzun cümleler düşünmeme sebep oldu. Uzun bir süre sessiz kalmış olmalıyım ki Taehyung ona cevap vermek için kulağıma doğru mırıldandı.
"Tamam." Dedim sadece. Canım hiçbir şey istemiyordu, belki de haklıydı. Belki de temiz hava, buğday tarlası ve fotoğraf makinesi ikimize de iyi gelirdi. Pekala, Taehyung'a iyi geleceği kesindi çünkü kendisi fotoğraf çekmeye aşık biriydi. Onun ortadan kayboluşu ve Namjoon'un ölümünden sonra onu hiç fotoğraf makinesine dokunurken görmemiştim. Kim bilir neredeydi, onu bile bilmiyordum. Taehyung'un kıymetlisi, biricik fotoğraf makinesi benim cani avuçlarımdan bile saklanır durumdaydı.
"Teşekkür ederim." Keskin soluğu salık saçlarıma çarptı ve yanağımı öptükten sonra geri çekildi. Bu, içten bir şekilde gülümsememe sebep oldu. Tasasız bir andı, normalliklerle dolu şeyleri özlediğimi hissettiriyordu.
"Üzerimi değiştireceğim. Sonra fotoğraf makinesini alırım, temizlerim ve çıkarız." Arkasını dönüp giderken benden etrafımda döndüm ve onun tatlı telaşını izledim pencerenin pervazına yaslanırken. Fakat kısa bir an arkasını döndü ve araladığı dolap kapaklarını tutarken gözlerimin içine baktı.
"Sen de üzerine bir ceket aldıktan sonra, tabii." Gözlerim kısılana kadar gülümsedim. Tişörtünü çıkarıp güzel tenini gözümün önüne serene kadar, bol beyaz ve baskısız tişörtlerinden birini giyene kadar, fotoğraf makinesini dolabın içindeki tozlu raftaki bir çantanın içinden çıkarana kadar, onu temizleyene ve hatta üzerime bir ceket almadan beni odanın kapısından dışarı adım attırmadığı ana kadar... Gülümsedim fakat Taehyung'u o gün de affetmedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
palindrome ¦ kim taehyung
Fanfiction"Dedim ya, en çok içine doğmuştu o sabah güneş." 27.09.18/24.02.19 melikuşuma ithaflarımla.