Fotoğraftaki kız Duru :)))
...
Eve geldiğimde Müge uyuyordu. Sessizce odaya girmek istedim ama sakarlığımın buna izin verir mi, bebek çıngırağına benzeyen anahtarım yere düşerek Müge'yi uyandırdı. "Kızım neredesin sen, arıyorum açmıyorsun, bekliyorum gelmiyorsun?" Derin bir of çekip koltuğa attım kendimi. Şimdi saatlerce nasıl yani diyerek en ufak olayları bile esrarengiz bir duruma dönüştüren kişiye bunları anlattığımda alacağım tepki tabii ki buydu: "Duru, bu çocuk seni kesin takip etmiş. Bu ne tesadüf, düştüğünde yakalamalar, evine bırakayım istersenler..?" Tekrar bir of çektim. "Müge, istersen bir sakin ol. Şimdi sen arabayla çarpanı onun ayarladığını da söylersin." dediğimde, dediğime pişman oldum. Bu kız ciddi miydi? Dudaklarını büzerek düşünmeye başladı. "Ah ben yatıyorum, gerçekten şu an bu kurgularını çekemeyeceğim." diyerek attım kendimi odama. Banyoya girdim ve soğuk suyu doldurmaya başladım. Soğuk beni kendime getiriyordu. Bir saate yakın orada kaldığımı ellerimin buruşmasından anladım. Müge'nin "Yaşıyor musun mavişim?" demesine şaşmadım. Hemen bornozumu giyip kapıyı açtığımda ne olduğunu anlamadan boynuma atladı. Sarıldı sıkıca. "Ya sana bir şey olsaydı?" diye ağlamaya başladı. Dengesizdir mengesizdir ama Müge benim bu hayatta en değerli varlıklarımdan biriydi. O benim can yoldaşımdı, liseden kalan, her zaman teneffüslerde okul sıralarında aynı evde yaşamayı hayal ettiğim dostumdu. Tabii her şey hayal edildiği gibi olmuyordu ama yanımda olması yeterdi. Arkadaş ve dost kelimesi az kalır; o bana kardeş olmuştu. Lisede de derslerimiz yaklaşık olarak aynı olduğundan, aynı üniversiteyi kazanmıştık. Hem de aynı bölümü, avukatlığı. Ne olursa olsun, 'haklıyı savun mantığı' hiç bırakmamıştır peşimi. O yüzden o cübbeyi giyeceğim günü sabırsızlıkla bekliyorum. Zaten son senemiz, her şey o kadar ağır ve yorucu geçiyor ki, işin içine bir de benim tiyatro girince uyu uyuyabilirsen!
"Şştt, ağlama artık ama. Bak bana bir şey olmadı, iyiyim önemli olan bu değil mi? Kalk bakalım, sümüklü seni." dediğimde sonunda güldürmüştüm onu. "Şuna bak ya, ölecek olan bendim (!) ağlayan o, adalet?" dedikten sonra "Adaleti karıştırma" diye ciddileşti. Onun bu hâline güldüm. Onunla biraz daha sohbet ettikten sonra sabahlar beni beklerdi. Gözlerim şişene kadar Anayasa Mahkemesi falan derken kitapların üzerinde sızmıştım. Müge bir bardak suyu kafamdan aşağı döktükten sonra nereden geldiğimi şaşırdım. "Deli misin kızım sen, Çin İşkencesi'nde bile yoktur uykuyu böyle bölerek yapılan zulüm!" diye tekrar yastığa gömüldüm. Bu sefer sürahiyle gelmiş, gözlerini açmış bana bakıyordu suçunu bilerek işleyen küçük çocuğun muzipçe sırıtışıyla. "Tamam be tamam, kalktım baş belası!" Müge zafer kazanmış edasıyla "Heh, aferin şöyle yola gel." sabah sabah beni sinir etmesini biliyordu. Kaçık cadı! Aynaya bakınca bir de saçımla uğraşacağımı anladığımda keşke erkek olsaydım diyr geçirdim içimden. Hemen tarayıp ellerimle biraz şekil verdim. Olmuştu. Müge benden önce uyanmıştı ama beni bekleten yine oydu. Süslenmesinden geri kalır mı hanımefendi? "Mügeee, hadi ama her sabah kafandan aşağı parfüm şişesi boşaltmak zorunda değilsin." Koşarak geldi, "Son senemiz olmuş, halâ koluma takıp da beni evimden alacak bir sevgilim yok, anlıyor musun?" diyerek dudağını büzüp sözde masum gözlerle bana baktı. Göz devirdim. Şimdi bunun tasasına düşemezdim. "Ayakkabılarımı giyiyorum bak." uyarıcı ses tonumla ona bakarken hemen ayakkabılarını giydi. Sonunda yoldaydık. Üniversitenin bahçesine girdiğimizde herkes serilmiş İzmir'in güzel güneşinin tadını çıkarıyorlardı. Bir anlığına özendim. Sonra vermem gereken dersleri düşünüp koşturdum.Bugün de hocalara dersleri verirken, zar zor uyanık kalmıştım. Şimdi sıra tiyatrodaydı. "Müge, ben çıkıyorum. Eve gidince sakın ortalığı dağıtma bak, bir de toplamakla uğraşmam; bilesin." Gözlerini çok tatlı kırpıştırınca öpesin geldi o pamuk yanaklarından. Keşke bu sene hiç sıkıştırmasaydım tiyatroyu bütün işlerimin üstüne. Ama Altan Hocam bırakmamam için ısrar etmiş ve eklemişti: "Onu bunu erteleyerek nereye varırız ki kızım? Kaybını insan bir daha bulabiliyor mu?" Bazen o kadar derin konuşuyordu ki, sözlerindeki çözemediğim gizem ruhumu deşerek geçiyordu. Bir yaşanmışlığı vardı onun da, bilemezdim; birkaç defa sormaya yeltendiğimde 'kurcalama hiç' bakışından fazla ileriye gitmeden kestirip atmıştım. Hayat zordu ama yaşanmaya değerdi. Acısıyla da olsa tatlısıyla da.
"Duru, iyi misin kızım?" diye seslendi Altan Hocam ben içeriye bir telaşla girince. Neden bu soruyu sorduğunu anlamamıştım. "Solgun görünüyorsun, o yüzden soruyorum" sanki aklımı okuyup sorumu yanıtlamıştı. "İyiyim hocam, sadece bugün sabaha karşı uyuyabildim. Birkaç saatlik uykuyla duruyorum, ondandır." Amfinin karşı duvarındaki dev aynada kendimi küçük, bedbaht ve gözlerinin altı çökmüş görünce neden sorduğunu daha iyi anladım. "Sen biraz dinlen, yat uyu, kendine gel provayı yaparız kızım." dedi aslan hocam. Minnet dolu bakışlarla ona bakarak soluksuz uyumuş ve kendime gelmiştim. Uyandığımda yüzümü yıkayıp bir fincan kahve içtiğimde çok daha iyi görünüyordum. Artık provaya başlayabilirdik. Kostümleri giymiş merdivenlerden çıkıyordum ki eteğime basıp dengemi kaybederken yine o tanıdık suratı olan çocuğun kollarındaydım. Birden afalladım ve tatsız bir olay çıkmasın diye suratımı ekşitip gözlerinin içine bakarak "Artık sapık olduğunu düşünmeye başlayacağım, bırak beni!" diye kızgınlıkla karışık fısıldayışımı tamamladım ve nezaketen (!) teşekkürümü ettim herkesin duyacağı ses tonuyla. Basamaklardan çıktıktan sonra gözlerim ona kaymıştı, oturup bir de izleyecek miydi gerçekten? Hem buraya nasıl girmişti? Tiyatro öncesi provaları kimse izlemezdi. Altan Hocam neden bir şey demiyordu? Yoksa Müge ilk defa haklı mıydı? Kafamda gezinen tilkileri durdururken oyuna konsantre olmaya başladım. "Issız tepelerde güneşe bakıp saati tahmin etsem; haberim olmasa hiç perşembeden, pazartesiden..." diyerek Turgut Uyar'ın efsana mısralarıyla bitirmiştim son perdeyi de. Gözlerim kapanmıştı ve yağmur yağmaya başlamıştı. Senaryo icabı gözlerim açılacaktı ama bu sefer yine o sapık mıdır bilinmez; sesini çıkardı. "Hocam, bölüyorum affedersiniz ama bu böyle bitmemeli." Ne olduğunu şaşırmış gözlerle tüm oyuncu arkadaşlarımla beraber gözlerimizi bu adını bile bilmediğim ama sinir bozucu olduğundan emin olduğum kişiye dikmiştik. "Nasıl olmalı Ayaz?" dedi Altan Hocam. "Bence demin düşecek olan arkadaşımız Turgut Uyar'dan alıntı yaptıktan sonra gözlerini kapasın, ruhunu teslim etmiş olsun. Arkadaşın... pardon böyle zor oluyor, adınız neydi?" diye gülerek bana bakıyordu. Bilerek mi yapıyordu, kimdi bu adam? Ha pardon, Ayaz mıdır nedir. Bir tür seri katil miydi, peşimde dolaşan? Sus Duru, sus. Saçmalama. "Duru!" bunu söyledikten sonra yine o sinir bozucu gülümsemesini sergiledi. "İşte Duru Hanımın bu sahnede kaybettiği sevgilisiyle beraber diğer dünyada ettikleri dansı gösteren bir son olsun." En azından oynadığım sondan daha güzel bir fikirdi. Yine de biraz endişemden, biraz da sinir olduğumdan beğendiğimi belli etmedim. Altan Hocam beğenmişe benziyordu, gülümsedi ve ekledi "Aferin evlât, mutlu son." diyerek göz kırptı ona. Benim için halâ yabancı olan Ayaz ona içten gülümsedi. Sahneden indikten sonra hemen Altan Hocamın yanına gittim. "Hocam, bu gelen çocuk kim, neden sahne öncesi provalara girmesine ve fikrini sunmasına izin verdiniz?" Ayak sesleri sanki bizi dinlermiş gibi birden belirdi "Benden mi bahsediyorsunuz?" diye geldi Ayaz. Altan Hocam, bu çocuğu sevmişe benziyordu, onun ensesinden sıkıp gülerek "Çünkü artık Ayaz da kadromuzda kızım" dediğinde şaşkın şaşkın Ayaz'ın suratına baktım.••••••••••••••••••
Arkadaşlar, bu benim Wattpad'te, daha doğrusu hayatımda yazdığım ilk hikâye. Umarım beğenir, kendinizi de cümle aralarında bulabilirsiniz. Keyifle okumanız dileklerimle...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oyun Sahnesi
RomanceAnlamını bilemediğimiz çok şey yaşarız hayat boyunca. Çözümünü bilemediğimiz, yıpranmaktan korkup olay kahramanı olmak istemeyişimiz, daima uzaktan seyredişlerimiz bizim yazgımızdı. Aslında başrolüydük kendi hayatlarımızın, hayallerimizin... Sessiz...