4- İstanbul

129 18 10
                                    

Fotoğraftaki kız Duru'nun ev arkadaşı MÜGE :))

...

İçim çok sıkılıyordu. Dersimin ve tiyatromun olmadığı bir günde böyle hissedeceğimi tahmin etmemiştim. Cumartesi ve pazar... Koskoca iki gün bomboş, plansız. Mutlaka kafamı dağıtıp gerçek bir nefes almaya ihtiyacım vardı. Televizyonu açıp İstanbul'u anlatan bir belgesele denk geldiğimde, doğup büyüdüğüm şehrin burnumda ne kadar tüttüğünü fark ettim. Ardından kafamda bir şeyler şekillenmeye başladı veeeeeeeee......... Evet! İstanbul'da hem bizimkileri görüp hem de o en güzel yıllarım olan liseden kalan vefalı arkadaşlarımla görüşebilmek için kısa ama güzel bir fırsattı. Müge'nin de yanına gidip bu fikrimi ona söylediğimde "Sen de gel, kafa dağıtmış oluruz." dedim ama veremediği sınavları vardı, tamamen aklımdan çıkmıştı. Dudaklarını kıvırarak "Ben gelemem cancan, sen İstanbul'a ve Bahar teyzeye çok selam söyle benden." O öyle deyince içim buruk oldu, yüzümden de anlaşılacak ki "Başka zaman beraber gideriz çirkin ördek!" diye öpücüklere boğdu beni. Ne yapıp edip gülümsetebiliyordu ve bu his harikaydı. Hemen ardından "Ben gidiyorum şimdi çirkinim, ben gelmeden çıkarsın sen görüşemeyiz. Kafayı dağıtmana bak, çok yoruldun. Benim yerime de gez." dedikten sonra kucakladık birbirimizi. "İyi yolculuklar 'suratsız' " deyip dil çıkardı bana son şebekliğini yaparak sırf o kendini beğenmişi hatırlamam için. Kapıyı kapadım ve internetten hemen bir bilet ayarladım. Çok eşya koymaya gerek yoktu, birkaç bir şey tıkıştırıp çantama, yola çıktım. Terminale vardım ve biletin de parasını ödedikten sonra otobüse bindim. Yanımdaki koltuk boş diye sevinirken yaşlı bir teyze yanıma oturdu ve bayağı da yayıldı. Kat kat olmuş kollarını kollarıma değdirerek beni huylandırmakla birlikte rahatsız ediyordu. Suratımı asmıştım anlayıp da biraz toplanması için ama nafile. Bu kadar yolu nasıl beraber geçireceğimizi düşündüm içimden feryat ederek. Sonra bir ses "Teyzecim, istersen sen arkaya geç, bu kız seni çok rahatsız ediyor belli." diye sesi yabancı gelmeyen o kendini beğenmiş, o ukala karşımda duruyordu! Niye böyleleri beni bulurdu? "Sen..." diye gözlerimi kısıp şaşkınla birlikte yüzümde oluşan o aptal ifadeyle baktım ona. Yanımdaki kadın da "Evet evlâdım, cam kenarını da kapmış bir rahat ettirmedi beni. Senin gibi gülümsese ya, suratsız gençlik işte." diye beni hem ezdi hem de o gıcığın... Ah deli olacaktım, SURATSIZ demişti. Offffff, parçalamak istiyorum şu ukalayı da yanımdaki o gıcık kadını da! "Haklısın teyzecim, pek bir suratsıza benziyor kendisi." diye güldü bir de. Gel de deli olma!

"Ya senin ne işin var burada? Gerçekten beni taki......." "Takip ettiğimi bir sapık olduğumu düşündüğünü söyleyeceksin ama yolda Müge'yle karşılaştık, önceden de karşılaştığımız için tanıştık. Senin İstanbul'a gideceğini söyleyince hiç de fena bir fikir olmadığını düşünüp ben de geldim ki şansa bak aynı otobüsteyiz." Ah Müge ah, geberteceğim seni, düşük çeneli hemen yetiştir! "Ve aynı koltukta." Kaşlarını kaldırıp başını yana eğerek hiç haberi yokmuş gibi yapınca başımı dışarı çevirdim. Ben de o da konuşmayınca "İstanbul'da kimin var ki senin?" diye sordum. "Annem var." dedi. Kafamı sallayıp tekrar cama döndüm. Otobüsteki bu ılıklık, bu sessizlik uykumu getirmeye başlamıştı...

Ayaz'dan...

Bu kızı delirtmeye bayılıyordum. Sinirlenince kem küm edip gözlerime uzun uzun bakamaması, yürürken mutlaka bir şeye takılması, tam bana bir şey söyleyeceğini düşündüğümde yanaklarına dolan kelimeleri ağzından bir türlü çıkaramayıp şişindikten sonra oflamasını... Karşılaşmamız tesadüf olmuştu. Bu koltuğa gelmem hariç. Bunları düşünürken omzumda bir ağırlık hissettim. Yanıma baktığım zamansa koca kafalı uyuyakalmıştı. Kaşları hala çatıktı. Pek de ağırdı. "Hıh" diye sesler çıkarıyordu uykusunda. "Suratsız sensin" diye mırıltıyla karışık söylediğinde ne dediğini anlamıştım ve kendi kendime güldüm. Kim bilir ne görüyordu da söylenip duruyordu? Deli kız. Akşam vakti çöktüğünde 1 saat falan kalmıştı yolun bitmesine. Duru halâ uyuyordu. O uyuduğu vakit boyunca suratını inceledim. Esmerimsi bir teni, kumral saçları ve masmavi gözleri vardı hani şu metrecelerce uzakta olsan da görebileceğin tarzdan. Dudakları öne doğru uzanıyordu. Kaşları normal haline döndüğünde ne kadar masum diye düşündüm. Böyle kalsa sevimli olabilirdi ama aklımda hep suratsız olarak kalacaktı. Annemi de görecektim, aslında bu sebepten şu an otobüsteydim. Annemin haberi vardı gelmeden aramıştım. Terminalin çıkışına arabamı da hazır etmişlerdi. En azından o dert yoktu. Duru tekrardan huysuzlaşıp her insanın uyandığında bir etrafını süzen hareketini yaptı, yaptı ve gözleri kendine kaydı, başının benim omzumda olduğunu görünce çatıldı kaşlar "Niye uyandırmadın ki?" diye konuşmaya başlayınca günah keçisi olduğumu düşünmeye başlayacaktım. "Omzuma yatan sensin suratsız" "Başım kaymış olmalı, yoksa betona yatarım daha iyi." dedi. "Ayrıca suratsız demeyi de kes." "O zaman sen de suratsız olmadığını kanıtla ve gülümse" Halâ kaşları çatık bakıyordu. "Kaşların ağırmıyor mu senin?" diye sordum bu sefer. "Senin ağzın ağırmıyor mu sırıtmaktan?" Bir kere altta kalsa şaşardım.

Duru'dan

En son yanımda bana suratsız diyen o kendini beğenmişin omzunda uyandım. Uykum vardı, nereden bilebilirdim başımın ona yaslanacağını? Rezil olmuştum. Haberim olsa, boynumun tutulacağını bile bile soğuk bir yerde bile yatardım bunun omzunda yatmaktansa. Neyse... Otobüs İstanbul'a vardığında akşam olmuştu. Bugün cumaydı Allah'tan. Otobüsten indikten sonra kenarda köşede serseri kılıklı insanlar gördüm, hoş, bakışlarını öyle dikmişlerdiki gelip geçen bayanlara, insan denilemezdi. İçimden gözleriniz çıksın diye geçirdim. Sonra Ayaz "Annem arabayı buraya yakın bir yere bırakmış. Gideceğin yere kadar bırakabilirim seni." dediğinde bu saatte bu teklifi kabul etmek isterdim ama onun da halâ iyi birisi olduğundan emin olamadığımdan direkt reddettim "İstemez." Bu cevabıma alayla karışık "Sen bilirsin." dedi ve yürümeye başladı. Herkesi birilerinin almaya geldiğini fark ettim, anında bomboş kalmıştı terminal. Köşede o demin insan dediğime utandığım pis kılıklı serseriler, iğrenç gülüşlerini yaptıklarında Ayaz'ın yürüdüğü tarafa koştum ve ona sarıldım "Lütfen bir şey söyleme, sadece sarıl." dedikten sonra arkamdan gelen çocuklara baktım, geri dönmüşlerdi. Rahat bir oh çektim. "Teşekkür ederim." Denize düşüp yılana sarılmak dedikleri bu olsa gerekti. Başka çarem yoktu. "Bana sapık diyorsun ama koşup boynuma atlayan sensin küçük hanım." Kızarmıştım, hem utancımdan hem de sinirimden. 1-0 yenilmek diye buna derdim. "Özür dilerim, bir daha olmaz." gözlerim hala o çocukların olduğu taraftaydı. "Nereye bakıyorsun sen?" Artık nasıl korkuyla bakıyorsam Ayaz "Sana bir şey mi dediler?" dediğinde beynim kelimeleri duyabiliyor, cevaplamama izin vermiyordu. Ayaz'ın onlara doğru yürüdüğünü fark ettiğimde "Dur, dur!" deyip kolundan tuttum onu. "Akşam akşam hiç değmez, sen beni bir taksiye bindirsen yeter." Kolundaki elime baktığında, aceleyle çekip kelebek yaptım kollarımı. Saçmalama der gibi baktı. "Bir daha aynı şeyi yaşamak istemezsin herhalde, benimle gel. Suratsız." deyip güldü. Bu kadar gülmeyi nasıl başarıyordu? Sinir olmuştum ama şu an haksızlık olurdu. Bir nevi hayatımı kurtarmış sayılırdı. "Teşekkür ederim." dedikten sonra hiçbir şey demedi. Çevreyoluna girdiğimizde ne taraftan diye sorunca yolu tarif ettim "Artık evini de biliyorum, bir numaralı sapığın olabilirim." diye göz kırptığında güleceğim çıktı ama sinir olduğum için gülmedim. Küçük bir tebessüme engel olamadım yüzümde. "Tekrardan teşekkür ederim, borçluyum sana." dediğimde "Yarın bana kahve içirirsin, olur biter; hem bu senin ilk gülüşün." deyince yine eski hâline döndü çıkarcı ne olacak! "Yarın işim olabilir." Yüzsüz ya, halâ ısrar ediyordu "Yaptığına nankörlük derler." diye küçük çocukların küsünce köşesine çekilmesi gibi duruyordu. Ufffffff! "Peki tamam, yarın ararım seni." dedikten sonra arabayı çalıştırdı ben de zile bastım, bastım... "Anneee, babaaaa!" diye seslenmeye başladım bu saatte. Kapıyı açan yoktu. Ne diye sürpriz işlerine kalkıştıysam, of Duru of! Kapıda kaldım şimdi de iyi mi? Bir araba geri geri gelirken farları kapadığında Ayaz olduğunu anladım "Ee bende senin numaran yok, nasıl arayacaksın ki?" dedikten sonra "Numaranı söyle" diye ekleyince ne kadar yorulduğumu, konuşmaya halimin bile olmadığını fark ettim. Sürprizlerden nefret ediyordum. Niye yapmaya kalkıştıysam sanki? "Sokakta kaldım." dediğimde çözüm aramaya başlamış gibiydi. O söylemeden buldum! "Beni babaanneme bırakabilir misin?" Evet bu iyi fikirdi. Kafasını salladı cevap vermeye tenezzül etmeyerek. Yolu tarif edip kapısının önüne geldiğimizde Ayaz kapıda bekledi her ihtimale karşı. Zili çaldım, çaldım, çaldım... Açan olmadı. Kendimi cami avlusuna bırakılan çocuklar gibi hissediyordum. Dudaklarımı büzerek Ayaz'ın yanına doğru ilerlediğimde "Aman be aman! Kim bu saatte!" diye söylenen benim pamuk babannemin sesini duyduğumda gözlerim parladı ve kapıyı açar açmaz boynuna atladım. Nasıl sevinmiştim, nasıl! "Babaannelerin en tatlişkosu!" diye yanaklarını sıkıp öpmeye başladığımda "Yavruuumm" diye beni kucakladı. Tam içeri giriyorduk ki "Babaanne bir saniye." diyerek Ayaz'ın yanına gittim. "Bugünü sana bayağı bayağı borçluyum sanki." ellerim mahçupluğu andıran bir biçimde kenetlenmişti. "Sorun değil, sonunda çıktı babaannen. Yarın görüşürüz." deyip gülümsedi. "Dursana! Numaramı vermedim." dediğimde elim saçlarımdaydı ve ilk defa adam akıllı gülümsüyordum ona karşı. Verdikten sonra "Aferin, gül böyle hep." diyerek gitti. Ben içeri girdiğimde babannem bana imalı imalı gülüyordu. Bu sefer haklıydı. Bu saatte beni evime bırakan biri. Kim olsa o gülüşü yapardı. Müge-2 karşınızdaydı. Hafize Sultan!

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Aug 18, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Oyun SahnesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin