Ortaokulun son seneleriydi, nereden bilebilirdim ki bir anda her şeyin tersine dönebileceğini?
Bursa'dan İstanbul'a, dört saatlik yol bitmek bilmedi... Beni neyin beklediğini bilmediğimin yanısıra, içimi kaplayan huzursuzluğun hiç bir lügatta tarifi yoktu. Eve girdiğimiz zaman ne annemin, ne babamın ağzını bıçak açmıyordu. Ben ise tedirginlikten içtiğim bir bardak suda bile ellerimin titreyişine engel olamıyordum.
1958 yılının Temmuz ayında dünyaya gelmiş babam. Ailesinin ikinci çocuğu olmasına rağmen abisiyle arasında gözle görülebilecek kadar bir ayrım yapılmış. Sebebini kimse bilmiyor, babaannem biraz el üstünde tutmuş babamı. O nedenle amcama göre farklı yetişmiş. Zaman, zamanı götürmüş. İstediklerini her zaman bir şekilde elde edebilen babamda agresiflik, bir sinir yapısı oturmuş. Bu yaşımıza geldik, babamın sesi bir an parladığında içimin titrediği günlere dönebiliyorum mesela. Maalesef öyle bir psikoloji.
Evimize dönüşümüzün ikinci gününün akşamında her çocuğun o yaşta yapabileceği şeyler gibi vakit geçiriyordum. (Bilgisayar oynamak, televizyon izlemek, oyuncaklarımla eğlenmek gibi). Babam o senelerde öğrenci ve personel taşımacılığı işiyle meşguldü ve ben her akşam babam geldiğinde inanılmaz bir sevgiyle onu koşarak kapıda karşılardım. O akşamlardan biriydi fakat biraz farklı...
Babam her zamankinden yarım saat farkla eve giriş yaptı, koşarak karşılayıp boynuna sarıldım. Bir şeylerin ters gittiğini o an anlamıştım çünkü babamın yüzünden düşen bin parçaydı zira annemin yüzünü tarif etmek mümkün değildi. Odamda vakit geçirirken aradan çok geçmeden bağırış çağırış sesleriyle içeri koşmuştum. Annem, babamın bağırmalarından fırsat bulduğu anlarda bağırarak cevap veriyor, babamın gözünden adeta ateş fışkırıyordu. Ben konunun ne olduğunu bile anlayamadan babam, o an eline geçen ne varsa duvara fırlatmaya başladı. Sadece korkudan titreyerek ağladığımı ve annemin koruma amaçlı kollarını başımın üstünde tutup beni içeride bulunan misafir odasına yani babama en uzak noktaya götürdüğünü hatırlıyorum.
"Sana olan bu düşkünlüğüme rağmen, en yüksek sinir harbinde bile gözünün beni nasıl görmediğinin bende hala bir açıklaması yok baba."
Misafir odasında bulunan üçlü koltuğa cenin pozisyonda uzanmış, sadece ortalığın biraz sakinleşmesini bekliyordum, bunun kolay kolay gerçekleşmeyeceğini her zerremde hissetmeme rağmen. Benimkisi, küçük bir çocuğun masum umutlarıydı. Akşam saat sekizden, gece yarısı saat ikiye kadar babamın kendi kendine bağırış ve söylenmeleri hiç dinmedi. Annem ise yanımdan bir dakika olsun ayrılmadı. Su içmeye kalkmak istedim.
-Anne, susadım.
-Getireyim oğlum
dedi gözünden bir damla yaş ile gülümseyerek.
-Hayır anne, ben alırım sen burada kal.
Bu cümleyi kurduktan sonra annemin söylediklerini dinlememiş, üç saniyede bir adım atarak yavaş yavaş mutfağa doğru ilerlemeye başlamıştım. Mutfağa giderken salonun yani babamın bulunduğu yerin önünden geçmem gerekiyordu, korkuyordum. Tam salonun önündeyken, mutfağa doğru giden adımlarım kesildi. Ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerim bakakaldım sadece. Her gün en büyük eğlencelerimden biri olan, kenarına kumanda sıkıştırıp vites yaptığım, yanına direksiyon koyup, "bu benim arabam" diyip oturduğum koltuğum bile ters çevrilmiş, salonun ortasına kadar yuvarlanılmıştı. Duvara fırlatılan nesneler duvarı ezmiş, yemek masamızın artık masalık bir tarafı kalmamış, sandalyelerinden bir tanesi girişe kadar gelmiş, ters bir şekilde duruyordu.
" Sahiden neydi baba bu kadar atamadığın, bütün evimizi birbirine kattığın öfkenin sebebi?"
Pek iç açıcı olmayan bu manzarayı gördükten sonra içeceğim yarım bardak su bile boğazıma dizilmiş, soluğu annemin yanında almıştım.
-İçtin mi oğlum suyunu?
-Evet, evet içtim anne.
-Hadi uyu artık oğlum, saat geç oldu.
-Anne, ne yapacağız?
-Uyu artık, yarın düşünürüz. Bak bende yanındayım, bende uyuyacağım.
-Peki anne, iyi geceler.
Titremekten kendimi alıkoyamıyordum. Ertesi gün okulum olmasına rağmen gözümde bir damla bile uyku yoktu. Hem, nasıl olabilirdi ki? Aradan çok geçmeden bir bağırışa olduğum yerden fırladım. O korkunç ses, ne yazık ki babamın sesiydi fakat bu sefer çok yakınımdan geliyordu. Babam, öfkesine yenik düşüp bulunduğumuz odaya kadar gelmişti. Annem, oturduğu yerden kalkamıyor, babam her kelimesinde annemin üstüne biraz daha geliyordu. Ben ise sadece "baba, nolur baba, yalvarıyorum yapma" diyebiliyordum. Birbirinin içine karışmış, hiçbirinden tek bir anlam dahi çıkaramadığım onca sesin içinde yankılanan tek bir ses vardı; annemin yüzüne vuran bir elin sesi.
Annemin son noktası sanırım benim beynimin içinde yankılanan o sesi, yüzünde hissetmesiydi. Bir anda annemin yerinden hışımla babamı iterek kalktığını gördüm. Sonrasında misafir odasında bulunan balkonun kapısının açıldığını, o balkonun mermerinin üzerinde annemi gördüm. "Anne!" diyebildim sadece, tek bir kelime, "Anne!"
Annemin elini, iki eliyle birden tutup geri çeken babam, biraz önce bunların yaşanmasına sebep olan insan değil miydi? Yaşadıklarım karşısında güçsüz bir şekilde sadece ağlıyordum. Babam, annemi içeri soktuktan sonra bulunduğumuz odayı terketti. O gece, darmadağın olmuş o evin enkazında bizlerde kaybolduk ve ne yazıkki üçümüzde bunun bilincindeydik. Annemle, ertesi gün o evden çıkmanın kararını göz göze gelerek vermiştik.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, tekli koltuğa oturup araba süremeyeceğim, değil mi baba?
![](https://img.wattpad.com/cover/162470242-288-k621551.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Babam ve Kanser
Non-FictionNasıl sabrettik baba 22 sene Ahmet Kaya'nın "Olmasaydı sonumuz böyle" mısralarını gözlerimiz dola dola söylemek için? Çok severdik baba-oğul Nisan yağmurlarını, sahiden kabullenecekmiydik yine bir Nisan yağmurunda ayrılığı? Hayat gerçekten bir döng...