Lavinia, Kasımpatı, Papatya, Sylvia

73 5 3
                                    

tiefebrunnen biriciğim, sana güveniyorum.

Evin, ölü ceviz ağacından kapısı, gıcırtıyla açıldı.
Zayıf bir beden girdi kapıdan; oldukça  yorgun ve solgun. Çıplak ayakları, nemli zemine her dokunduğunda yayılan rutubet kokusu; tüm hissettikleri ile boğuyordu onu. Çok güzel şeyler hatırladı, Sylvia.
Şimdilerde hüzün dolu ruhuna karşın, tasasız yaşanmışlıkları vardı. Çok sevdi onların ve bir bir toplayıp, en köşelere sakladı. Fakat bu yeterli olmadı, hiçbir zaman olmayacaktı da.
O, en başından bilmeliydi bunu; bilmeli ve üzülmemeliydi.

Çünkü derler ki: unutmak adına en son kokusu gider insanın.

Fakat Sylvia, sevdiğinin kokusunu unutalı çok, sesini unutalı ne kadar olmuş, hatırlamıyordu bile. Anımsıyordu fakat, Kasımpatıları hep anımsardı.
Yürüdü Sylvia, mutlulukları dolu eve yürüdü. Eski güzel günleri dair hiçbir şey yoktu aslında; bu ev biraz huzur, biraz kitap, yağmurlu havada açık pencereden ıslak çim kokardı. Belki çok eskiden, aşk kokardı.

Şimdiyse ne neşe dolu gülüşlerden ne de arzu dolu öpüşlerden eser vardı. Çünkü artık birlikte doldurdukları raflar küf kokuyor, karşılıklı okudukları sayısız kitaplarınsa, çürümüş (mutlu son) sayfaları.

Bir kez daha ağladı Sylvia. Bir kitap aldı eline, öylesine olmadığından emin oldu. Açtı ve son sayfadan, kurumuş papatyasını kokladı. Rutubet kokusu sinmişti üstüne fakat koklamasından yıldırmadı.
Yapraklarını sevdi ilk; sonra sapını kırdı. Çok acı vardı, Sylvia çok ağladı.

Küf dolu sayfaların arasından bir zarf süzüldü ayak ucuna.  Tir tir titredi Sylvia. Elleri titredi, bacakları titredi. Yere eğilipte alamaz oldu, tek sıkımlık canı var hissetti.
Üstten baktı zarfa, kaskatıydı bedeni.
Sevgilisi ona  mektuplar yazar, içlerine gül koyardı eskiden. Güller dikensiz olurdu, canı acır diye düşünürdü; ince düşünürdü genç adam.

Sylvia ezbere bilirdi, tanırdı o mektupları. Fakat bunu tanımadı. Başka kokuyordu bu mektup, Lavinia kokuyordu.
Son mektup muydu bu? Ellerinin, kemiklerine kadar irin irin kacağını hissetti. Vücudu değil, içi titredi uzun bir an.

Sevgilimin mektuplarına yakışır mıydı Lavinia?
Düşündü...
En çok o yakışırdı, dedi.  Ölümüne bir o yakışırdı.

Aldı ellerine zarfı, çiçeği çıkardı ilk. Uzun uzun kokladı.
Sonrası bir Lavina sıkıştırdı saçlarına, bir ölüm çiçeği...
Mektubu aldı, yavaş yavaş açtı. Hıçkırık ve acıyla doldu yamalı ev, bir köşesine kıvrılıp oturdu o da.
İlk önce eşinin gitgide bozulmuş yazısını sevdi, dağılan mürekkepleri okşadı.
Okumaya başladı sonra, geriye kalanı;

'Papatya'm,
Okuyorsun, buldun demek benden geri kalmayanı. Fakat ağlamayasın iki gözüm, ağlamayasın çünkü bilirsin ben kıyamam sana.
Çok kızdın değil mi? Kızdın çünkü bir vedayı çok gördüm güzel yüzüne.
Ama öyle değil sevgilim, kolay değil. Ölüm şimdi kapıda bekler iken, bizim vedamız bu olmadı ve olmayacak, hiçbir zaman.
Şimdi bir intihar sahnede ve senaryo ellerinde; düzeltebileceğin ayrıntılar için düşünüyorsan, yorma kendini çünkü oyun çoktan kapanış sahnesinde, bitiş süresinde. Dedim ya bu veda değil, mektup değil. Bu bir resim, tiyatro ve sahne. Kalemim elimde, oyuna hazır. Anlatacağım, bir intihar anlatacağım.
Yavaş yavaş yaklaşacağım, acıyacak canın.
Yazdım hikâyemi, satır çizikleri dolu ellerim ve kalemim yazdı. Ben yazdım; acı bir intihar piyesi.
Soracaksın, nasıl öldün sen?
Sevdiğim, sevgimde boğuldum ben. Fakat ölüm yolu değildir ayrılık ve nefes kesmek anbean değildir intihar; en büyük vazgeçişler olmalıydı. Bundandır senden ayrılıktı bana asıl intihar.
Dönülmez hastalıktı benimkisi, gelecek ölümünden değil sana ayrılıktan korktuğum hastalıktı. Fark edemedim o zaman. Çöküverdim hemen.
Çünkü aptal bir tarafım vardı benim, ölüm bizi ayırmaz, demeyen.
Günbegün bitiyordum sonra. Fotoğraflarımız karşımda, bir yaşlar değil, gözlerimde birlikte akana kadar ağladığım oldu çok zaman.
Kuru papatyalardan tâcı severek, bir bir unuttuğum anılar; yazabilmeyi de unutmadan sana yazdığım içi dikensiz gül dolu mektuplar oldu, yine çok zaman.
Ama konuşmayı da bitirmeden gitmek istedim, sevdiğim. Çünkü doya doya 'seni seviyorum' dememiştim henüz.
Fakat burada demek isterim: seni canımdan çok sevdim ve hep severim, iki gözüm.
Sonra günler günler geçti, ben didindim. Hastalığın hüznü sana değmesin diye ne acım varsa, içime yaşadım. Sen görmedin.
Zira her şey siliniyordu aslında. İlk elini tuttuğum gün giydiklerin, sen lunaparkta kıkır kıkır gülerken saçlarını sevdiğim hatıraları anımsamak, bilsen ne zor geliyor bana. Her gece tekrar ettim seni, aklıma tıktım zorla. Fakat bilsen ne çok korktum, ne kahroldum ben. Seni unutmaktan, yavaş yavaş bende biten senden ne korktum.
En ağır ölümden beterdi düşüncelerim.
Hastalık bir yana dursun, yavaş yavaş bende seni unutmak işkence etti bana belki günler belki aylar boyu.
Sesin gider, yüzün gider, kokun gider...
Semptomlar hızlandı, ben ilaçları bıraktım. Tedavi yoktu, umut yoktu. Zayıf bir yaşama sahiptim ve bu sevgi çoktu.
Son kez gittim kontrole; bunun öncesi de dayanmayı düşündüğüm son zamandı.
Kaybediyordum, hareket yetimi ve dengemide kaybediyordum.
Binlerce düşünce doluştu kafama, bir tanesi parıl parıl parladı sonunda; sana sarılıp uyumak, saçlarını okşamak, ellerinden tutup avuçlarını öpmektende mi vazgeçmeye yakındım şimdi?
Nasıl çaresizdim, çok korktum.
Çöktüm kaldırıma, çocuk gibi şikâyet ettim hastalıktan. 'Haksızlık bu' deyip ağladım.
Doğru haksızlıktı bu. Çünkü ben sana doyamadan, hayat bana doymuştu.

Son gecemiz; bizim evimizde değildi fakat.
Bilirsin, evlerin kendine hastır kokusu.
Sen mışıl mışıl uyurken, başka bir kokuda veda ettim ben sana.
Fakat saçlarını kokladım telafisi, tanıdık yüzünü okşadım. İlk alnından sonra  bileklerinin iç tarafından öptüm.
Sevdim seni, son kez, dokunarak.
Doya doya sevdim, diyebilmeyi ne çok isterdim...
Fakat sorsalar bana: ben ömrüm boyu doyamadım sana.
Sonra yavaşça kalktım yataktan, akmış gözlerimide silip, çıktım evden.
Üzgünüm, ben bir daha gelmeyeceğim,  gelemeyeceğim.
Şimdiyse elimde bir defter bir de kalem. Karşımda, duvardan sarkan ip ile bizim evimizde...
Sahne belli hiç çırpınmayacağım, belki aniden gelen baskıyla ipe gidecek ellerim.
Çünkü dedim ya, intihar en büyük vazgeçiştir.
Ve sevgilim, vazgeçmiş ruhtan geriye kalan yoktur.
Bu yüzden çırpınsa ne fark eder, ruh çok öncesi çıkmıştır bedenden.
Şimdi sil gözyaşlarını, ağlama daha fazla.
Al saçına koyduğun çiçeği, göm bir saksıya.
Bir gün ağla, iki gün ağla fakat daha da ağlama. Şimdi ben gidiyorum, elveda sana.

Elveda iki gözüm, elveda.'

Mektubu katladı, buruştu titreyen elinde. Sarsıla sarsıla çıktı kapıdan, yol boyu susmadı hıçkırıklar. İçin için ağladı, taştı belki ama dışa vurmadı.
Evine girdi; bağırmaya başladı. Saçlarını yoldu, çığlıklar attı, avuçlarını kanattı.
Saçlarından, kanayan avuçlarına çekti çiçeği; bir damlası yapraklarına aktı.

Şimdi kan kokan ölüm çiçeğini aldı ve gömdü kasımpatılar arasına. Birinci gün ağladı, ikinci gün susmadı. Üçüncü gün gözyaşlarını silip, evden dışarı çıktı.






Sanmayın ki bu bir intihar ve unutmaktır çünkü kasımpatılar 'ölümsüz aşk'ı anlatır.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 08, 2019 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Flowers And Death With SylviaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin