1: "yeni öğretmen"

726 72 15
                                    

Pazartesi, öğleden sonra saat beş
Kyungsoo

Pazartesi, öğleden sonra saat beşKyungsoo

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Kyungsoo bu ne?"

Abim, üvey abim, Kim Jongdae elindeki sınav kağıdımı sallayarak sinirle soruyor. Genel olarak bu kadar öfkeli biri değildir. Hatta genel olarak öfkeli değildir, öfkelenmesi gayet nadirdir. Normalde benim yüzümden öfkelenir. Öfkelendiren şeyler listesi şöyle belirtilebilir;
Sınav sonuçları ×10
Matematik sınavı sonuçları ×100
Usagi eşyalarım ×1000
Asosyalliğim ×10000

Elindeki şey matematik kağıdım. Yani bu demek oluyor ki, yüz kat fazla sinirli olmalı ama hayır. Daha on beş dakika önce odamda üzerine bastığı Usagi yüzünden bin kat sinirliydi, bunu yüzle çarpınca, matematikten kalmamın sebebi çıkıyor. Doğru bildiniz, dört işlem en güçlü noktam değil. Üç yıllık öğretmenim de aynı şeyi söyleyerek istifa etti. Üzgünüm bayan Xing, sizi biraz sevmiştim.

Tanrım ne büyük yalan.

"Sınav kağıdım." Kaalesizce cevap veriyorum çünkü şurada bir sinir krizi geçirip oturup bileklerimi kessem de abim bana bağıracak, öylesine cevap versem de. Lisenin başında bazen gözlerim dolardı ama asla bir işe yaradığını görmedim, bu kadar ağlak olmak sadece göz sağlığınıza işliyor, o da kötü manada.

"Ben anlamadım sanki." Derin bir nefes alıyor, burun delikleri genişliyor. Amerika bizonu gibi saldırmaya hazır, belki de Afrika'dır çünkü bizonun tam olarak ne olduğundan emin olmadığım gibi nerede yaşadığını da bilmiyorum, günahımı affedin lordum. "Sana bu kağıdın üzerinde neden F yazdığını soruyorum?!"

"O, Fine'ın F'si, hoca çok beğendiği için bunu yazmış olmalı?"

"Bu Failed'in F'si," abim bağırarak söylüyor, yerimde sıçrıyorum. "Kyungsoo yine nasıl kalabilirsin?"

Aslında abimin kağıda bakınca anlaması çok güç değil, sadece iki satıra göz atmalı, yine de ne kadar nazik olduğunu anlamışsınızdır. Her şekilde benimle de konuşur.

"Ne diyebilirim ki, matematikle ilişkimiz pek iyi değil. Bilirsin, karşılıksız aşk yıpratıyor."

Abim dünyanın en nazik insanlarından biri değildir, ki olsa bile bazen kendine bile sinir olan bana karşı, bu nezaketini sürdürebileceğini çok da sanmıyorum. "Kyungsoo!" diye bağırıyor yine bana. Elindeki kağıda imza falan atmıyor, kağıdı sıkıştırıp buruşturuyor, bir de yere atıyor üzerinde tepiniyor. Genelde çok sessiz biri değildir ama extra gürültülü, eli saçlarında. Yanlış anlamayın, saçlarını yoluyor.

Kenara geçip sanki dünyanın en kaalesiz, en  yüzsüz insanıymışım gibi biricik abimi seyrediyorum.

Durun, zaten öyleyim!

Geçen senenin yarı yıl tatilinde merdivenlerden bir balina gibi kayarak yuvarlandım. Üzerimde şişme montum vardı ve o an asla hoş değildi, yağda kayan bir domuzcuk gibiydim. Merdivenler boyunca uzandım ve sonra sahanlığa kadar yuvarlandım. Sonra mı ne oldu? Bütün insanlar bana gülerken ayağa kalktım ve üzerimi çırpıp sanki beş saniye önce bir dolu kalpsiz ve hiyerarşide beni sollayan insan bana soytarı muammelesi yapmamış gibi yürümeye devam ettim. Asla ağlamadım.

Asla ağlamam.

Yüzsüz olmanın dünyadaki en büyük lütuf olduğunu, Kim Minseok'dan öğrendim. Henüz ikinci sınıftayken annesi okuldaki matematik öğretmeni ile kırıştırıyordu ve o zamanlar pek anlamasam da hoş bir şey olmadığından emindim. Kimse ona yaklaşmazdı ki o, benim aksime gayet ölçülü ve dost canlısı bir insandı. O ise, bütün insanları görmezden gelir ve kaldığı yerden devam ederdi. Bir süre sonra insanlar onun bu cesaretini yüzsüzlük olarak yordu ve bir yüzsüz ile konuşmanın dünyanın en düşük hareketi olduğuna kanaat getirip onu okuldan sürmeye çalıştılar. Bu sürme olayı, yüksek dozajda alay ve fiziksel darpdan ibaretti.

Üvey abim, kötülerin düşmanı,  iyilerin dostu Kim Jongdae onu insanlık dışı hareketlerden kurtardı. Tabi bu kadarla da kalmadı ve ona aşık oldu. Modern Külkedisi masalıydı anlayacağınız. Tabi bir de mutlu son.

Matematik ve ben için bu çok da mümkün değil. Bilirsiniz, beni kurtarmak yerine daha da batırıyor. Anlamadığım şey ise, neden bu ilişkiyi devam ettirmeliyim. O klişe sözde de dendiği gibi, bir şeyi seviyorsan serbest bırak, seni seviyorsa geri dönecektir. Matematik için de bunu uygulayabiliriz, neden olmasın ki?

"Kyungsoo beni dinle!" Abim sinir krizinin eşiğinde, kayan dikkatimi toparlamak için bağırıyor. Yüzü kıpkırmızı! Gülmek istiyroum ama bunu yaparsam beni bu sefer öldürmeye çalışabilir.

"Üzgünüm," diyorum belki biraz pozitif etki yapabilmek ümidiyle. "Dalmışım da."

Pek bir pozitif etki yapmadığımı anlamak için müneccim olmaya falan gerek yok, karanlık taraf ile savaşır gibi savunma gardımı alıyorum, ama bu abimin kafama okkalı bir tokat yapıştırmasına engel olmuyor. "Kendini toparla artık," diyor dişlerini sıkarak. "Her anında yanında ben olamam. Ileride üniversite hayatında sürekli senin bebek bakıcılığını yapmayacağım. Anneme babama senin yerine ben hesap vermeyeceğim."

Başımı eğip üzgünmüş gibi bekliyorum. Birazdan vaazı bitirecek.

"Bu yüzden bu sana son iyiliğim," diyor arkasını dönüp giderken. Evden çıkıp gidiyor, ben olduğum yerde kalıyorum. Ama bir süre sonra merakım ağır basıyor ki, pencereye yürümekten kendimi alamıyorum. Bu arada abim görüş alanıma giriyor. Komşu evin kapısına yürüyor, kapıyı çalıyor. Evin içinden bir kadın çıkarak kapıyı ardından kapatıyor ve on dakika falan konuşuyorlar. Bu arada ben de Amerika bizonu mu Afrika bizonu mu emin olmak için Google'ı açıyorum.

İkisi de hayatta kalan son bizom türüymüş, hah!

Beş dakika sonra pencereye tekrar gittiğimde abim hâlâ orda dikiliyor. Fakat bu sefer karşısında Kim Jongin var. Şu okulun tipik popüler çocuklarındandır, abime her aklı yerinde olan insan gibi o da tapar. Gülüşerek konuşuyorlar, ardından abim Jongin'in omzunu sıvazlıyor ve parmağıyla benim odamı işaret ediyor. Kendimi sanki kötü bir şey yaparken yakalanmışım gibi pencerenin önünden duvar arkasına atıyorum. Tabi perdeye de dolanmayı ihmal etmediğim için koca bir gürültüyle yere yapışıyorum.

Hiç iyi bir başlangıç yapmadığımı biliyorum ama benim genel olarak iyi şeylerle pek alakam yoktur. Ben de bunun bilincinde ayağa kalkıyorum ve el sallıyorum. Çocuğun yüzündeki gülüş beni görünce yavaş yavaş soluyor, benimki de bununla birlikte büyüyor.

Çok işiniz var abicim, diyorum beti benzi solan çocuğun yüzüne bakarken. Gerçekten çok işiniz var.

crushedHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin