Londra'da yağmur altında Starbucks kahvesi içmek.. Kesinlikle ölmeden önce yapılacaklar listenizde olması gereken şeylerden biri.
Oldukça lüks bir kafede oturan Rose bardağın kenarlarına yapışmış soğuk kahveyi yalıyordu. Bir yandan da yağmurdan kaçmaya çalışan çiftleri izliyordu. "Londra'da yağmurdan kaçmak mı? Denize girip ıslanmamak için çabalamak gibi bir şey bu." dedi içinden. Masanın üzerine markası gözükecek şekilde koyduğu Channel çantasını alıp otele doğru yürümeye başladı. Kırmızı uzun ceketinin altından gözüken siyah eteğinin fırfırları, siyah ince çorabı, kenarlarında hafif parıltısı olan siyah kısa çizmeleri ve elinde ki boş Starbuck bardağı ile oldukça şık gözüküyordu. Onu tanımayan biri onun 25'lik bir hanımefendi olduğuna 25 doların bahse girebilirdi. Ancak o henüz 17'sini doldurmamış ergen bir veletti. Sadece iyi giyinmeyi biliyordu hepsi bu. Otelin sokağına yaklaşırken adımlarını daha da yavaşlatıyordu. Beş yıldızlı bir otele girdiğini herkesin görmesini istiyordu. Arkadaşlarıyla beraber 15 günlüğüne Londra'da tatil yapacaktı. Burada anne ve babasının olmamasının verdiği özgürlük hissini sadece uçan kuşlar bilebilirdi. Odasının kapısını açmaya çalışırken kapı kolunun metal yüzüne yansıyan üç kafa gördü. Arkasını hızla dondu bunlar arkadaşlarıydı. Otel odaları karşılıklıydı. Michi, Anna, Ivy ve Rose. Michi'nin kahverengi kapıyla bütünleşen ten rengi onu gizlemeye yetiyordu. Biri Rose'un çantasını incelerken bir diğeri de ceketi kaldırıp eteği inceliyordu. Rose'a doğru yaklaşan Michi gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Bayan DelGrosso." dedi Michi'nin içinde ki baba ruhu. Ardından Rose'un içindeki baba ruhu uyandı. "Bayan McKlein?" bu ciddiyet fazla uzun sürmedi. Kısa bir sure sonra tuhaf sesler çıkartarak gülmeye başladılar ve Rose'un odasına geçtiler. Korkusuzca ceketini ve eteğini çıkartan Rose banyodan aldığı sıcak havluyu boynuna dayamış ve sokakta sahip olduğu resmiyeti kıyafetleriyle birlikte atmıştı. Üzerinde göğsünün altın kadar çekilmiş annesinin ince siyah çorabı ve sutyenden fırlayan göğüslerini gizleyen sıcak havlu vardı. Cam önüne yerleştirilmiş pufa kendini bıraktı ve derin bir nefes verdi. "Neredeydin?" dedi Ivy gözlerini yatak örtüsünden ayırmadan. Rose'un konuşmaya pek niyeti yoktu. Camın önüne koyulan iki pufun arasındaki masanın üzerine koyduğu boş Starbucks bardağını gösterdi. Hepsi yalnızlığın verdiği yetkiye dayanarak telefonlarına sarılmıştı. Kısa bir sure sonra banyoya girmişti Rose. Banyodan gri eşofman takımıyla çıkan Rose kendisini yatağın ayak ucuna koyulmuş üstü yumuşak sandığının üzerine bırakmıştı. "Akşama bir yere çıkıcak mıyız?" sessizliği bozan bu sefer Anna olmuştu. Ardından uzun bir sure gene cevap gelmedi. Kafasını hafifçe telefonundan kaldıran Michi "Evet." dedi. 4 saat boyunca yaptıkları tek şey telefonla bir şeyler yapmaktı. Daha sonra hepsi hazırlanmak için odalarına çekildi. Uzun bir süre sonra aynı anda odalarından çıktılar hepsinde yırtık çorap ve şort vardı. Tuhaf şekilde pişti olmak hoşlarına gitmişti. Cadde oldukça kalabalıktı. Rose sabah gittiği kafeye gitmeyi teklif etti ancak biraz yürümek istiyorlardı. Biraz ileride oldukça meşhur bir sinema salonunun tabelası Ivy'nin gözüne çarpmıştı. Diğerlerini kollarından tutup sarsalamıştı. Kafalarını çeviripte tesadüf üzerine gördükleri tabelaya doğru koşmaya başladılar. Sinema çok dolu değildi önlerinde üç çift vardı onları beklerken de rahatça izlemek istedikleri filmi seçebildiler. Okullarında ki herkesin gittiği bir aşk filmiydi ve yine yalnızlığın verdiği yetkiye dayanarak bu aşk filmine dört kız olarak gireceklerdi. Salona geçtiklerinde sadece iki çift ve arkada tam anlamıyla yiyişen bir çift vardı. Koltukları en arkadaydı. Daha koltuklarına geçmeden aldıkları patlamış mısır yarılanmıştı.
•••
"Seni seviyorum Joshua." ve bir sulu öpücük daha.. Film bu şekilde geçip gidiyordu. Fionna Joshua'yı Joshua Miranda'yı Miranda Alex'si Grace Joshua'yı Rose ise çikolataya aşıktı.. O kadar neşelilerdiki tüm salonun hıçkıra hıçkıra ağladığı sahnede onlar ufak ayrıntılara takılıp gülüyorlardı. Filmin en heyecanlı yerinde arka sıralardan bir vızıltı duyuldu. Anna, Ivy, Rose, Michi ve tüm salon dahil olmak üzere birbirlerine bakıyordu. Kısa süren vızıltının ardından Rihanna'nın büyüleyici sesi salonda yankılanmaya başladı. Ses Rose'un çantasından geliyordu. İlk başlarda anlamamıştı ancak daha sonra telefonun ışığı çantasından dışarıya yansımaya başlayınca iyice telaşlanmıştı.Michi, Ivy ve Anna kendilerini Rose'dan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bir sıra önlerinde oturan dört erkek aynı anda arkalarını donup kızları inceliyordu. İçlerinden birinin yüzüne filmin tüm ışığı yansıyordu. Rose öyle utanmıştı ki çocuğun büyüleyici bebek suratını fark etmemişti. Çocuk uzun bir sure Rose'u inceledi bir yandan da gülümsüyordu. Rose ise çantasına öyle odaklanmıştı ki hiçbir şeyin farkında değildi. "Yardım gerekli mi?" dedi Rose'u inceleyen çocuk alaycı bir tavırla. Telefon kapanmıştı. Rose başını biraz yukarıya kaldırıp gülümsedi. Çocukta aynısını yaptı. Film boyunca kızlar kendi aralarında erkekler hakkında konuştu. Birinci bolum bitmek üzereydi ışıklar yavaşça açılıyordu. Erkekler önce kalkmıştı hepsi kızları inceliyordu. Michi ve Anna önden kalkmıştı. Atıştırmalık bir şeyler aldıkları yerde hepsi buluştu. Ve yine erkekler uzakta bir yerde onları inceliyordu. Salonda Rose'a laf atan çocuk ona doğru yaklaşmaya başlamıştı arkasından diğerleri geliyordu.
"Sen film sırasında telefonu çalan o kızsın." Rose bunun bir iltifat mı yoksa hakaret mi olduğu konusunda kısa bir sure düşündü ancak onun o mükemmel dudaklarının arasından çıkan her şey iltifat olarak algılanabilirdi. Rose etkilenmişti. Yüzüne bakarken tek düşünebildiği o mükemmel saçları arasında ellerini gezdirebilmekti. Rose ve henüz Rose'un adını bilmediği bebek yüzlü çocuk arasında hoş bir sessizlik vardı ancak onlar bu derece sessizken diğerleri yiyişmeye başlamışlardı. Çocuk Rose'u etkilediğini fark etmişti tekrar gülümsedi ve, "Ben Percy. Seni burada daha önceden görmemiştim. Turist misin?" dedi.bunları söyledikten sonra büyüleyici bir biçimde tekrar gülümsedi. Rose artık konuşması gerektiğinin farkındaydı önce biraz kekeledi ancak toparladı. "Evet. Evet, arkadaşlarımla buraya tatil için geldik." ikiside sadece gülümsüyordu. Bir kaç saniye sonra Percy elini Rose'a uzattı.
"İstersen turist rehberin olabilirim..."
Red edilemeyecek bir teklifti. Rose Percy'nin elini tuttu ve diğerlerinin yanına gittiler.
"Beyler bu.." Percy duraksadı. Hala adını bilmediğini fark etti. Rose ise onu dinlemiyordu sadece gülümsemesini izliyordu. Ivy yavaşça Rose'un kolunu çimdikledi ve Rose kendine geldi.
"Rose.. Adım Rose." dedi ve ardından Percy'ye bakarak gülümsedi. Percy'nin arkadaşlarıyla kısa bir tanışma faslı geçirmişti Rose. Sohbete öyle dalmışlardı ki filmin başladığını anlamamışlardı bunun üzerine sokakta biraz dolaşmaya karar verdiler. Bu sabah Rose'un gittikleri kafeye geçmişlerdi. Percy ve Rose konuşma ihtiyacı duymuyordu sadece bakışıp gülüşüyorlardı. "Kaldığımız otel hemen şurada oraya geçebiliriz." dedi Michi oldukça cesur bir tavırla. Diğer kızlarında aklından aynı şey geçiyordu,'Yavaş ol Michi'
Eninde sonunda otele geçmişlerdi. Resepsiyonda ki bayanların kızlara attığı bakış kendilerini fuhuş operasyonundan çıkarılan kızlar gibi hissetmelerine sebep olmuştu
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAFKAN.
ChickLitLondraya 15 günlüğüne tatile giden dört kız tesadüf üzerine ilk aşklarıyla tanışır ancak o masum bebek suratlarının arkasında çok tehlikeli bir yüz vardır. Kızların tamamen vurulduğu bu erkekler bir insan DNA sında değişiklikler yapan bir laboratuva...