taehyung'un ağzından
"taehyung! kalk, saat neredeyse öğlenin üçü!" bir ses bağırıp, aniden beni derin uykumdan uyandırmıştı.
ne sikim? saat öğlenin üçü olamazdı! telefon ekranıma bakıp, ekranı açtım. on dört kırk dört. wow. dün gece oldukça geç yatmış olmalıydım.
kış tatilinin ikinci haftasındaydık, ve şimdiye dek zaman dehşet yavaş geçmişti. ilgi çekici bir şey de olmamıştı. henüz.
"taehyung?! kalktın mı?!" annem üst kattan bağırıp, cevap olarak inlememi sağladı.
"evet, anne," diye bağırdım, aynı ölçüde yüksek bir sesle.
aceleyle rahat yatağımdan kalkıp, battaniyemin uçlarını sıkıştırarak yatağı olabildiğince düzgün göstermeye çalıştım.
banyoya yöneldim ve hızla kendime çeki düzen verdim, annemi selamlamak üzere üst kata yönelmeden önce dişlerimi de fırçaladım.
"kahvaltıda ne var?" kendimi tembelce koltuğa bırakıp, telefonumu çıkarırken sordum.
"yaban persinli pankek, en sevdiğinden," diye cevapladı. "şimdi gel, ve ye."
kalktım ve doğruca mutfak masasına doğru ilerledim, pankekleri silip süpürürken bir sandalye çektim. sikeyim ki çok lezzetlilerdi, ağzım orgazm oluyormuş gibiydi.
"yemeğini bitirdiğinde, duş alıp güzelce giyinmeni istiyorum, şu an giydiklerini değil," deyip, kıyafetlerimi işaret etti. üzerimde gevşek baksetbol şortumla torba gibi sarkan beyaz tişörtlerimden biri vardı. pankekleri boğazımdan aşağı göndermeyi kesip ona baktım. "nedenmiş?" diye sordum, merakla.
"amerika'dan eski bir dostum gelecek. eskiden seul'da yaşıyordu ancak birkaç sene önce taşındı. ve sonunda tekrardan onunla buluşabileceğim!" diye çığırıp, mutlulukla dolup taştı. "onu havaalanından biz alacağız, ve senin en azından edepli görünmeni istiyorum," dedi. "şimdi kalk ve hazırlan, bir saat olmadan çıkacağız."
"tamam, tamam." boş tabağımı ittirirken sızlandım, önce alt kata ardından da banyoya yöneldim. yarım saatten az bir sürede hızlı ve hararetli bir duş aldım. duşakabinden çıkar çıkmaz ise soğuk havayla buluştum.
titreyerek, bir havlu aldım ve belime sarmadan önce vücudumu kuruladım. banyodan çıkıp odama gittim.
havanın saçımı kurutmasına izin verirken, basit bir kombin seçtim; dar siyah kot, düz beyaz v yaka bir tişört ve üstüne de bir kot ceket.
saçımı düzeltip, özenli görünmeye çalıştım, ancak çok özendiğimi de belli etmedim. yeterince dağınık olan görünümümü pohpohlamaktan tatmin olduğumda, odamdan ayrılıp üst kata çıktım.
annem beni çoktan kapıda bekliyordu. ona doğru yürüyüp ayakkabılarımı giydiğimde, bana gülümsedi. "hadi gidelim," dedim sabırsızca, bu şeyin bitmesini isteyerek. dışarıya adımımı atar atmaz, normalden daha soğuk olduğunu farkedebilmiştim. kış gelmek üzereydi ve içten bir şekilde inleyivermiştim. siktiğimin kışından nefret ediyordum.
arabaya bindik, ve annem araba yoluna girerken ön koltukta rahatıma baktım.
"oh! neredeyse söylemeyi unutuyordum," dedi heyecanla. "havaalanından alacağım arkadaşımın adı, seoyeon ve senin yaşlarında bir oğlu var. bir ya da iki yaş daha ufak sanırsam. adı da jungkook. ikiniz küçükken birlikte oyunlar oynardınız," dedi, eski anıları hatırlayıp iç geçirirken.
jungkook? bu isim bir şey çağrıştırmıyordu. belki de onunla çok, çok küçükken tanışmıştık. hatırlayabileceğimden çok daha küçükken.
"oh, ve kore ziyaretleri boyunca birkaç günlüğüne bizde kalacaklar. o yüzden en misafirperver tavrını takın, ve misafirlerimizi kendi evindelermiş gibi hissettir." diye buyurdu.
-
"ne zaman gelecekler, anne? beklemekten sıkıldım." dedim, parmaklarımla bir süredir oturduğum rahatsız koltukta sabırsızca ritim tutarken.
bir süredir havaalanında ki devasa kalabalığın arasında seoyeon ve oğlu jungkook'u bekliyorduk. neredeyse kırk beş dakikadır falan bekliyorduk.
"sabırlı ol tatlım, belki de yollarını kaybetmişlerdir." diye beni ikna etti.
aniden etrafa bakarak, annesiyle yürüyen uzun boylu bir çocuk gördüm. koyu kahve, dağınık saçları ve süt gibi beyaz bir teni vardı. tuhaf bir şekilde tanıdık görünüyordu. bir anlığına o ikilinin jungkook ve seoyeon olup olmadığını sorgulamıştım.
"anne, bunlar onlar mı?" dedim, bizden pekte uzakta olmayan iki şahsiyeti işaret ederek. kafasını telefonundan kaldırdı ve ortamı inceledi. aniden oturduğu yerden kalktığında gözleri aydınlandı, ve ayaklandı.
"evet! onlar!" dedi heyecanla, onlara doğru hızla yürüyüp beni de çekiştirirken.
"seoyeon! buraya bak!" diye bağırdı. insanlar bize doğru dönerken utancımı gizlemeyi denedim.
ikili birbiri ile göz kontağı kurarken, daha da hızlı yürüdüler, daha çok birbirlerine koşuyorlarmış gibiydiler, ve birbirlerine sıkıca sarıldılar.
"seni çok özledim!" seoyeon ciyakladı.
seoyeon'un yanında duran, jungkook'a baktım. "sen jungkook'sun, değil mi?" diye sordum, onu tepeden tırnağa süzerken.
"evet." diye kuru bir cevap verdi.
"ben kim taehyung, tanıştığımıza memnun oldum." dedim el sıkışmak üzere elimi uzatırken.
"ben de memnun oldum, taehyung." deyip, sırıtarak elimi sıktı, ve elimi bırakmayarak normalden daha uzun süren bir el sıkışması yaşamamıza sebep oldu.
-
geçiş bölümü olduğundan sıkabilir ama taekook smut sevenler adına, bir sonraki bölümde itibaren hikayeyi seveceklerini söyleyebilirim, sizi seviyorum ♥✨
©daddyguk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
alone. [tr]
Fanfiction※【taekook】 "ben gay değilim, jungkook." "tabii tabii, eminim değilsindir." - taehyung, bir ay boyunca evde jungkook ile başbaşa kalmaya mecbur edilir. - ©daddyguk. [turkish translation]