Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İhsan Canoğlu makam arabasından inerken karşısında gördüğü gazeteci ordusuna aldırış etmeden hızlı adımlarla Genelkurmay Başkanlığının merdivenlerini tırmanmaya başladı. Gazeteciler İhsan Paşa'nın elinden düşürmediği James Bond çantaya neredeyse aşina olmuşlardı. Bu defa çantası yoktu ama ilginç olan şey büyükçe bir sarı zarfın olmasıydı. Gazeteciler haberciliğin verdiği psikolojiyle bu sarı zarfta ne olduğunu merak etmeye başlamışlardı. Merdivenlerden çıkarken onlarca gazeteci etrafını çoktan sarmıştı bile. Ardı arkasına patlayan flaşlar, uzatılan bir o kadar da mikrofon ve tabii ki şu anda cevaplaması mümkün olmayan sorular.
— Sayın Paşam bir savaş gemimizin Yunanlar tarafından batırıldığı söyleniyor, doğru mu?
— Sayın Paşam yoksa bir savaşın içinde miyiz?
— Efendim olanlara karşı tepkiniz ne olacak?
Efendim, efendim, efendim... Efendim ile başlayan fakat cevaplaması çok zor sorulardı bunlar. İhsan Paşa, basına cevap vermeden kaçmanın aslında bütün soruların doğruluğunu kabul etmek olduğunu çok iyi biliyordu. Sakin görünmeye çalışarak bu soru yağmuruna şemsiye olması ümidiyle kaçmayı düşünse de kısa bir şeyler söylemeyi tercih etti.
— Olayları yakından takip ediyoruz. Hiç kimsenin, ordumuzun ve ülkemizin geleceği için elimizden gelen her şeyi yapacağımızdan şüphesi olmasın.
Elbette bu sorular, şu anda İhsan Paşa'yı dört bir yandan saran gazeteci ordusunu tatmin etmemişti. Bu sözlerin ardından İhsan Paşa hızla ilerlerken Genel Kurmay Başkanlığının kapısına doğru, arkasında soru yağmurunu devam ettiren gazetecilerin de, kapıda kendisini selamlayan nöbetçilerin de farkında değildi.
İhsan Canoğlu çok başarılı bir subaydı. Ülkenin birçok yerinde görev yapmış, terörle mücadelede destan yazmış bir komutandı. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu komutanı haklı olarak defalarca terfi ettirmiş ve şu an bulunduğu konuma getirmişti. Kendisinden önceki komutanlara bakarak oldukça genç sayılırdı. Basın mensuplarına bugüne kadar verdiği demeçlerde, konuşulan konulardan çok, daima güler yüzü ve o hoş simasıyla dikkati çekerdi. Ancak ne yazık ki bugün buna imkân yoktu. Çünkü uzatılan hiçbir mikrofona konuşmamış, daha önce defalarca söyleşi yaptığı, neredeyse dost olduğu muhabirlerin hiçbirisini görmemişti. Belki de görmüştü ancak içinde bulunduğu ruh hâli çekivermişti perdesini bu merak eden, sorun soran insanlara.
İhsan Paşa, içeri girip asansöre doğru yürürken nedense birden fikrini değiştirip merdivenlere yöneldi. Başını eğerek ağır ve düşünceli adımlarla tırmanmaya başladı merdivenleri. Kaybettiği bir yitiği arıyor gibiydi sanki. Kendisi bile tanımlayamazdı şu anki ruh hâlini. Birden sabah kalkar kalkmaz alması gereken ilacı almadığını fark etti. İşte yine unutmuştu dün sabah yaptığı gibi. Eşi Ayşenur Hanım, masanın üzerinde duran yeşil beyaz renkteki tek kapsülün içilmediğini görünce kim bilir ne kadar da kızacaktı kocasına. Uygun bir bahane bularak söylemeliydi eşine. İhsan Paşa granit mermer döşenmiş basamakların üzerinde gözlerini gezdirerek ilerlerken emir subayı yavaşça konuştu:
— Komutanım...
Granit mermerlerle çıktığı bu düşünceli gezintinin emir subayının sesiyle bölünmesine pek hoşnut olmamıştı İhsan Paşa. Başını çevirmeden ve ağır ağır devam ederken konuştu:
— Ne oldu?
— Komutan katı burası komutanım...
İhsan Paşa, farkında olmadan bu kadar dalgın yürüdüğü için içten içe kızdı kendisine. Ama yine de gözlerini bu güzel desenli granit mermerli basamaklarda bir süre daha gezdirerek başlattığı hayal yolculuğunu tamamladı. Sessizce geriye dönerek komutan katının parlak, tertemiz, sade bir kırmızı halı serilmiş koridorunda yürümeye başladı. Diğer kapılara göre oldukça büyük, ahşap ve güzel desenleri bulunan bir kapının önüne geldi. Kapıda rahat vaziyette duran nöbetçi asker, İhsan Paşa'yı gördüğü anda esas duruşa geçmişti. Elbisesi oldukça güzel, uzun boylu bu askerde zerre kadar kımıldama yoktu. Dışarıdan gören bir başkası bu askeri hiç tartışmasız cansız mankenlere benzetir, hatta bunun için bahse bile girebilirdi. İhsan Paşa, bu büyük ve görkemli kapıya yaklaşırken kapı açıldı ve içeriden bir subay çıktı. İhsan Paşa'yı görmesiyle beraber hemen kenara çekilerek yer verdi, esas duruşa geçti ve başıyla İhsan Paşa'yı selamladı. İhsan Paşa, askerlik töreleri ve kanunları gereği verilen selamı alırken konuştu:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kod Adı Engerek
БоевикTuğra, Hilay'ın başına dayanan silahı gördüğü anda bedenindeki bütün damarlardan kanının çekildiğini hissetti birden. İçine tarifsiz bir öfke doldu. Kendisine gülümseyerek bakan bu çirkin adamın gözlerine kenetledi gözlerini. Tuğra'nın elindeki sila...