6 - belki, yeniden -Final-

357 71 54
                                    

iyi okumalar,

#KimJongin.

Kafasını kaldırıp bana bakıyor o an, etraf o kadar sessiz, o kadar puslu ve karanlık ki, gözlerini görüyorum ışıl ışıl, tıpkı ilk öptüğüm günde olduğu gibi dudakları.

İşaret parmağını dudakları üzerine kapatıyor konuşmamam için, gülümsüyor hatta ve o an gidip içimden ona deli gibi sarılmak gülüşünden öpmek, kokusunu hissetmek ve izlerini takip etmek geliyor.

İki adım geri çıkıyor gözlerimin içine baka baka, o an ağladığını görüyorum, gözleri dolu dolu çarpıyor yüreğime ve kalbimin tam ortası, o Süveyda var ya hani, deli gibi sızlıyor.

Onu, çok seviyorum. 

"Onu seviyorum..." Gözlerimi ani bir hışımla açıp yattığım kumların üstünden kalktım. Etrafımda gezdirdiğim bakışlar dalga dalga olmuş okyanusa takıldığında ellerimi başımın arasına alıp iç çektim. Dün geceyi silik bir şekilde hatırlıyordum. Kyungsoo ile vedalaşmıştım, gitme diyememiştim ve onu son görüşüm olması içimdeki burukluğun en büyük sebebiydi. 

Bunun bir kader olduğunu düşündüm. Ben ölecektim, ve o beni hala yaşıyor var sayacaktı. Göç etmeleri büyük bir şanstı, onu terk ettiğimi düşünmesini istemezdim. Asla. Üzerimi silkeleyip ayağa kalktığımda tepeden gelen gürültülü ses ile bakışlarım yukarıya takıldı. Asker olduğu belli olan bilmem kaç kişi muhtemelen beni arıyordu. 

Ailem güvenli bir yerdeydi, Kyungsoo ise ailesi ile birlikte bir başka okyanusa gitmişti. Arkamda ne yaptıklarını düşünmem gereken bir olay kalmamıştı, her iki tarafında mutlu olduğuna kendimi inandırıp tepeye çıktım. Aklımın bir ucunda gördüğüm rüya vardı. Ağlamış olması, bir kabus olsa dahi gerçek hissettirmişti. 

"Burada!" Ağzından tükürükler saçarak bağıran bir asker diğerlerine beni gösterdiğinde sanki suçlu biriymişim gibi hepsi birden üstüme geldi. Dizlerimin üstüne çöküp boğazımın dibindeki kılıç ile sessizce bekledim. Ellerimi ve boynumu bir tahta ile esir alırken ayağa kaldırdılar. At arabasına sürüklendim ve yanımda üç asker ile kasabaya gitmeye başladım. 

İçimde pişmanlık yoktu, üzüntü yoktu. Belki biraz buruktum Kyungsoo'dan ayrıldığım için ve belki şimdiden özlemiştim mavi gözlerini fakat o iyiydi. Avuç içimde parlayan simlere bakışlarım takıldığında askerlerden biri, "En azından denemiş," dedi diğer ikisine hitaben. Bakışlarıyla ellerimi işaret edip ardından omuzlarını silkmişti. 

Nefesimi derince üfleyip gözlerimi kapattım. Ölmek hiç bu kadar düşündürücü gelmemişti. Defalarca savaşa çıktım, defalarca ölümle burun buruna geldim fakat hiç bir zaman şuan olduğu gibi kendimi boşluğun ortasında hissetmedim. Ben ölüyordum, ölüyordum ve ölümü ne sevmek, ne sevmemek bilemedim. Ben sadece Kyungsoo'yu sevdim. Ölümüne sevdim.

Kasabanın kalabalık yerine vardığımızda arabadan inip meydana götürüldüm. Ayaklarım geriye adım atmak için can çekişiyordu. Büyük giyotin uzaktan bile kendini belli ediyordu ve çevreye toplanmış halktan tek bir çıt dahi çıkmıyordu. Merdivenleri çıkıp arkamdaki askerin iteklemesi yüzünden yeniden dizlerimin üstüne çöktüm. Bakışlarım bir saniye olsun kalkmadı. 

Halk önünde yapılan bu idamlarda genellikle insanlar asla sessiz olmazdı. Küfürler, ihanet sözleri, aşağılamalar... Tüm bunlar bir ağızdan çıkardı fakat benim halkım, hiç bir şey söylemedi. Bu bile onlar için yaptığım şeylerin bir karşılığıydı, gülümsedim. 

Göğsümün üstündeki sızlama yerini daha şiddetli bir ağrıya bıraktığında gözlerimi kapatıp bekledim. Yetkililerden biri önümde durup, bağırarak konuşmaya başladı. "Kim Jongin yaptığı hatalardan dolayı idama mahkum edilmiştir!" Ona doğru baktığımda son kez kalabalıkta gözlerimi gezdirdim. 

süveyda: 醒来 :: kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin