iyi okumalar,
#KimJongin.
Dağ taş demeden yürüyüp geçtiğim her toprağa bir sır bıraktım.
Tek başıma geçip gittiğim her ağacın altına bir anı, bir isim yazdım. Havanın silsilesi gitgide artarken okyanusa varmam için az bir zaman kalmıştı.
Kasaba ile arası çok değil, sadece yolun düzlük kısmı yüzünden iniş çıkışları çok yoruyor insanı. Tepenin yokuşunda bekledim uzunca bir süre, karardı kararacak olan hava biraz daha oyalanmamı sağlıyordu. Karanlık çökmüşken gidip biraz dolaşacak, ormanın içerisine adımlayıp şansıma gelirse perilerle konuşacaktım. Puldan Tepesi, tıpkı Puldan Okyanusu gibi inanılmaz bir yerdi.
Adını aldığı balık pulları ile yetişmiş çiçekleri, zehirli olup olmadığı bilinmez meyveleri. Işıl ışıl güzellikle adının hakkını misliyle veriyordu. Bir denizkızı ne kadar çirkin olabilirse, Puldan doğası o kadar güzel olurdu. Ormanı, okyanusu, tepesi, havası... Her şeyiyle parlak güneşi anımsatırdı insana.
Yokuşu tırmanıp tepeye çıktım. Okyanus tüm ihtişamı ile gösteriyordu kendini lacivert bir koyu renge bürünüp. Tam arkamda kasabanın eşsiz ışıkları, solumda meyve ağaçları ve sağımda sekiz perinin sekiz ormanı.
Prensemiz bir gün dolaşmaya gelmiş buraya, küçük bir çocuk iken. Dört peri yakalamış. Biri yaramaz, biri küçük, biri sürekli ağlayan ve biri de yeşil simler ile etrafını kirleten cinstenmiş. Ormanları ayrı ayrı olduğundan güçleri işlememiş prensesimize. Bir dilek hakkı vermişler ona, eğer bırakırsa perileri gerçekleşirmiş bu dileği. Dört peri ancak bir dilek sunmuş ona, tek peri tek dilek hakkı verirse ölürmüş kalbinin zayıflığına dayanamayıp.
Prensesimiz dileklerini istememiş, temiz yüreğiyle uçurmuş onları. Bu yüzden güzel kalbiyle bilinir kendileri.
Sekiz ormanın dördü iyi, dördü kötü kabul edilmiş. Perilerin diğer dördü insan ırkından yıllarca, asırlarca nefret etmiş. kendi ailelerini, soylarını alıp uzaklaşmış iki peri. Geriye kalan iki periden biri ölmüş, diğeri nerede bilinmezmiş.
Biri yaramaz, biri küçük, biri sürekli ağlayan, biri de yeşil simler ile etrafını kirleten dört peri kalmış geriye.
Biri nerede, sekiz ormanda söylemez. Bilmez kimse. Kimse görmez.
Dalgaların kayalara vurma sesi huzurla gözlerimi kapatmama neden olduğunda, hava karardıktan sonra kutularına çekilen zararsız varlıkların fısıl fısıl geliyordu sesi.
Çantamı attığım yerde toz toprak birbirine karışırken kendi çevremde dönerek bekledim. Herhangi bir hareketin olmadığına kanaat getirtip rahatça olduğum yere otururken burnuma doluşan çeşit çeşit koku gülmeme sebep oldu.
Dinlenme zamanımı çantamın üstüne yatarak geçirdim. Ne kadar süre uyudum veya ne zaman uykuya daldım bilmiyorum, gözlerimi açtığım da soğuktan büzüşmüş bir vaziyetteydim. Hava aydınlığa ulaşmak üzereydi, bu yüzden hızlıca kalkıp ormana giriş yaptım.
Kuş cıvıltıları çok az kulaklarıma ulaşıyordu. Islık çalarak ilerlediğim yeşil yolda karşıma birinin çıkma olasılığı yüksek değildi, yine de şansımı denemekten vazgeçmemiştim.
Tahminim boşa çıkmamıştı. Hiç bir canlı ile karşılaşmadığım da geldiğim yolu dönerek tepeye ulaştım. Okyanusa inmek için büyük bir çaba sarf etmem gerekmiyordu, bu yüzden kayalıklardan dikkatlice inip, kıyıya vardım.
En azından birine denk geleceğime emindim, deniz kızları etraflarında insan olduklarını zaman karaya çıkmasalar bile kıyıdan kendilerini gösterirlerdi. Onlara çok yaklaşırsan seni öldürmeleri an meselesi olabilir. Bir süre sadece okyanusu izledim.
Kulağıma ulaşan dalga sesleri beni yeniden uykuya çekiyordu, bir süre sonra uyumaktan zarar gelmeyeceğini varsayıp gözlerimi kapattım. -Ki, yeniden uyandığımda hava sabahkine nazaran güneşli ve sıcaktı.
Gözlerimi açıp yerimde doğruldum. Tahminimce öğlen vakti içerisindeydik. Üzerimdeki kumları silkeleyip kalktığım da karşıma baktım. Gözlerim okyanusa yakın kayalığa takıldığında sadece burnundan üstünü görebildiğim yaratığa baktım. İlk kez bir deniz kızı göreceğimi var sayarsak sadece uzaktan bakmayı tercih ediyordum. Olduğum yere geri oturup bacaklarımı kendime çekerek bağdaş kurdum.
Çok uzağımda sayılmazdı ancak tanımlayabileceğim kadar da yakınımda değildi. Yavaş yavaş suyun yüzeyine kendini çıkardığında, tüm bildiklerimi unuttum.
Bir deniz kızı, çirkin olmalıydı. Güzel değil. karanlık gözleri olmalı, teni çürük kokmalıydı. Mavi gökyüzü gözleri ve bembeyaz ışığın altında parlayan teniyle benim bildiğim, bize öğretilen deniz kızlarından çok daha farklı bir yaratık vardı karşımda. Bana kalırsa, bu bir deniz kızı bile değildi. Siyah ıslak saçları anlına dökülürken gözünün ve yanağının bir kaç yerinde mavi, pembe renklerinden oluşan pullar vardı. Kuyruğunun çoğu kısmı gümüş ve lacivert ile kaplıyken yer yer mor ve sarı renkleri cümbüş oluşturmuştu.
Suyun üstünde süzülerek kıyıya yaklaştığında mavi parlak gözlerini kırptı. Dudakları ve yanakları bir insanınkine göre daha kızarık, daha kırmızıydı. "Kimsin sen?"
Dilim tutulmuş gibi karşıma bakarken ses tonundan onun bir kız olmadığına kanaat getirdim. O bir deniz erkeğiydi. "Kim Jongin," dedim. Başını yavaşça sola doğru yatırıp gülümsedi. "Ne istiyorsun Kim Jongin?" Ne diyecektim, etini, ölünü? "Hiç bir şey."
Dudaklarını birbirine bastırıp onayladı. Yavaş yavaş kıyıdan geri çekilirken ne yapacağımı bilemeyip ayağa kalktım. "Dur, gitme!" Sadece boynundan üstünü görebileceğim kadar okyanusun içine battığında, "Ne oldu?" dedi. Ona yaklaşmalı mıydım yoksa uzakta kalıp sadece konuşmalı mıydım bilmiyorum. Büyük kayanın olduğu yere gidip üstüne çıktım. Bacaklarım suya sallanacak şekilde oturduğumda olduğu yerde durdu, gelmek gibi bir harekette bulunmamıştı.
"Ben..." dedim. "Kasabaya nasıl dönebilirim?" Bir deniz canlısına soracağım en saçma şeyi sorduğumda dişlerini göstererek kahkaha attı. "Bilmiyorum, ben daha önce puldan doğasından hiç ayrılmadım." Ellerini su yüzüne çıkardığında kollarından ellerine kadar ulaşan parlaklığa büyük bir hayranlıkla baktım.
Tüm dengemi altüst eden bir görüntüye sahipti. Hikayelerde ki güzelliği bir saçmalık kalıyordu, bize anlatılan halleri ise imkansız. Bir deniz erkeği olduğunu bilmesem, içimde oluşan vefakar his ile ona zarar vermenin büyük bir günah olacağını düşünürdüm.
Güneş vurdukça gözümü alan mavi incileri ışıl ışıldı. Kuyruğunun ucunu su yüzüne çıkarıp bana doğru yüzdüğünde ayaklarımı kendime çektim. Bunu fark edip gülümsedi. "Eğer yardımcı olacaksa," dedi tam olarak yaklaşmayıp. "Cerylia'ya sorabilirim."
"Cerylia?" Avuç içiyle iki kez su yüzeyine vurdu. Sıçrayan damlacıklardan biri kuşa dönüştü. "Creylia, deniz kuşu." Deniz erkeğinin omzuna konarken sessizce bekledi. "Creylia, Kim Jongin yolunu kaybetmiş." Kuş olduğu yerde durup sadece bekledi. "Sende güvenmediği bir şeylerin olduğunu söylüyor."
"Konuşmadı bile onu da nereden çıkardın?" Gözlerini çekip gülümsedi. "Sen bir insansın duymaman normal değil mi?"
Kuş kanatlarını çırparak uçmaya başladığında, "Seni götürecek, onu kaybetme," dedi. Ayağa fırlayıp kuşun gittiği yöne baktım. "İyi ama kaybolursam?" Başını iki yana salladı. "Kaybolmayacaksın, deniz kuşu sözüne sadıktır."
Kayadan inip kuşun uçtuğu yere doğru koşmaya başladım. İndiğim tepenin başında duruyordu. Arkamı döndüm. "Adın nedir?" Geri geri koşuyordum, yavaşça suya doğru dalmadan önce, "Kyungsoo!" dedi.
Önüme dönüp tepeye tırmanırken ismini tekrar ettim. Bıraktığım eşyaları kapıp kuşu takip ederken gülümsedim. Kurbanımın adı, Kyungsoo.
🌊
sizi seviyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
süveyda: 醒来 :: kaisoo
FanficBir rivayete göre derler ki, deniz kızının etini yiyen ölümsüz olurmuş. - Süveyda - Kokunun izi.