0.0

23.7K 1.2K 1K
                                    

Soğuk hava ciğerlerime nüfuz ederken ellerimi yumruk yaparak avuç içlerimle parmaklarımı ısıtma gibi aciz bir girişimde bulundum. Güçlükle bastırdığım ve rahatlatmaya çalıştığım öfke dalgası içimde midemden yola çıkarak boğazıma doğru tırmanıyordu. Ellerimin ısınmayacağını anladığımda yine o bastırılmış öfkenin dışa vurumlarından birini yaşayarak arka cebime sıkıştırdığım kaygan dergi kağıdına benzeyen renkli kağıtları sertçe aldım.

Güçlü bir rüzgar dalgası mümkünmüş gibi yeniden hırkamın içinden geçip beni titretmişti. İçinde bulunduğum duruma küfretmemek için soğuktan yavaş yavaş kurumaya yüz tutmuş dudağımı dişledim.

"Lan oğlum herkesin götünden anca ben koşuyorum sen de çabalasan ya az?" Son saatlerde sürekli duyduğum bu cırtlak ses kafamdaki damarların atmasına yol açmıştı.

İçimden 10'a kadar sayarak sakinleşmeye ve gereksiz konuşan kişileri umursamamaya çalışarak derin bir nefes verdim.

"Pardon, hanımefendi," Önümden geçmekte olan kırmızı kabanına sarılmış ve dudakları yine kırmızıya boyanmış kadına ufak bir adım attığımda karşısında dünyanın en çirkin, en lanet, en kokuşmuş insanını görmüş gibi yüzünü buruşturdu ve topuklu ayakkabısının çıkardığı tok seslerle birlikte hızlanarak benden kaçtı.

Yanlış anlamayın, ben dünyayı ele geçirmek isteyen kokuşmuş bir kötü insan değildim veya veba kapmış bir hasta da değildim. Hayır hayır, Karındeşen Jack, Freddy Krueger de değilim.

Ben sadece hani o yolda görünce içinizde öğretmenin sizi sözlüye kaldırınca oluşturduğu hissin aynısı yaşatan veya elimdeki bu kağıtla sizi öldürme planları kurduğumu düşündüğünüz kişiyim. Evet, ben sadece tanıtım broşürü dağıtan ve dağıtırken de birkaç soru soran, dünyanın en tehlikeli varlıklar arasına giren o canlı türündenim.

Tüyleriniz ürperdi, değil mi?

Derin bir nefes daha vererek genç bir çocuğun yanına ilerledim. "Merhaba, yabancı dil öğrenmek ister misiniz?"

"Ee, hayır." Hızla yanımdan uzaklaşırken arkasından bakmak dışında bir şey yapamamıştım.

"Lan, Buğra." Kubilay, yani sabahtan beri susmak bilmeyen o sinir bozucu sesin sahibi çocuk adımı seslenince ona doğru döndüm.

"Yaz lan, Aybüke Temiz, 0557..."

Şaşkınlıkla ona baktım. Kafasını sert kapaklı dosyada takılı olan kağıttan çekip bana çevirdi. "Yazsana hadi."

İdrak yeteneğimi tekrardan kazanarak kaşlarımı kaldırdım ve hırkamın koluna taktığım tükenmez kalemi çekerek kolumun altına sıkıştırdığım dosyayı elime aldım. Söylediği tüm, gerçi sadece üç taneydi, isim ve numaraları hızla kağıda geçirirken içimden ona küfürler ettiğim için pişmanlık duyuyordum.

"Kaç tane kaldı?" dedi Kubilay bana doğru yaklaşıp kağıdıma bakmaya çalışarak.

Gülümseyerek doldurmam gereken listenin son satırlarına baktım. "Üç."

Kubilay omzumu patpatladı ve kahve gözlerini bilmiş bir edayla kısıp bana baktı. "İyi iyi, benim de bir tane var. Sonra giderim Ece bekliyor evde." dedi siyah spor ama şık duran saatine bakarak. Kafamı salladım ve biraz olsun dinen öfkemle iç çektim.

"Sağ ol bu arada kardeşim." dedim listeyi göstererek.

Güldü ve bu soğukta bileklerine kadar sıyırdığı hırkasının gösterdiği kolunu ensesine doğru attı. "Baktım sen biraz daha durursan katil olacaksın, dedim kurban ben olmadan yardım eli uzatayım."

the zoo | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin