FİNAL

4.3K 473 352
                                    

hozier - in the woods somewhere

*

Doğanın düzeni avcı ve av olmaktan geçer.

Tırtıl otları yer, küçük serçe tırtılı yer, şahin de serçeyi... Besin zinciri, av ve avcının rollerini oynadığı ana düzendir. İlkokuldan beri öğrettikleri buydu bize. Ancak büyüdükçe, hayır bunu anladıkça büyüyordun, av ve avcının sadece vahşi doğada olmadığı öğreniyordu insan. Evet, insanlar yüzyıllardır avcılıkla uğraşıyordu ancak birbirlerine olan av ve avcı düzeninden kimse bahsetmiyordu. Akla gelen ilk düşüncenin aksine bir avcı ve av sadece bir katil ve kurban değildir. Bir katil teorik olarak bir avcıdır ancak kurulan toplum düzenine göre bir av da olabilir; veya bir kurban avcı da olabilir. Katil olman için gerçek bir kan dökmen gerekirdi, avcı olmak içinse buna gerek yoktur.

Peki nedir bu düzen? Bizi av ve avcı yapan nedir? Karmaşık bir düzen değil, işçi- işveren gibi basit kombinasyonlar arasında görülür mesela. Üstünlük, baskın olma, manipüle yeteneği... Bu gibi özellikler asıl rolümüzün ne olduğunu belirlemede yardımcı olur. Toplumdaki bu çatışmalar her zaman konu alınıyor olsa da bir insanın av ya da avcı olduğunun farkına varması uzun sürüyordu.

Rolümün ne olduğunu anladığımda ilk düşündüğümün aksine bu "the zoo" dünyasına giriş yaptığımda değildi. Ben bir avdım, besin zincirinde altlarda bulunuyordum. Bu düzenin özünü tam olarak anlayan insanlarsa bunu onaylamıştı sadece. Bir av olmak onlar bana bir kemirgenin ismini taşımam için görevlendirdikten dolayı olmadı. Veya iki kişinin canını alıp bir katil olduktan sonra da değişmedi bu. Baştan beri aynı kişiydim. Her zaman sıradan, basit bir insan olmuştum. Bir av olduğumu ise sekiz yaşımdayken anlamıştım, hayır hayır buna av diyecek kadar zeki bir çocuk değildim. Sadece güçlü olmadığım gerçeği yüzüme o zaman çarptı.

Sekiz yaş... Bir çocuk için en çocuk yaştır belki. Çoğu kişinin aklına çocuk denince sekiz yaşlarında bir insan gelir. Sekiz yaşında annemin aslında bana yeni oyuncaklar almak için uzaklara çalışmaya gitmediğini anladığım zamandı. Neden hatırlamıyorum ama o zaman aylardır evde olmayan ve babamın beni geri gelecek diye ikna ettiği giden annemin sekizinci yaş doğum günümde geleceğine inanıyordum. Kimse bana doğum gününde gelecek dememişti ama benim küçük aklım buna inanmıştı. Dedim ya, pek zeki bir çocuk da değildim aslında. Tüm gün annemin kapıdan içeri girmesini beklemiştim. Arkadaşım yoktu, öğretmenlerimi sevmezdim, sıra arkadaşım dışında başka çocukla iletişime geçmiyordum; doğum günümü kutlayacak ailem dışında kimsem yoktu.

Saat gece yarısına geliyordu. Babam elbette unutmuştu, çok fazla kırılmamıştım aslında ona. Zaten annem olduğunda da unuturdu ki, annem yoksa ona kim hatırlatacaktı? Ama yanılmıştım. Babam hatırlamıştı. Elinde ufak bir pastayla geldi eve, arkasından annemin girmesini beklesem de girmedi. Bir şey demeden babamın aldığı pastayla mutlu olmaya çalıştım. Mum yoktu, olsaydı annemin gelmesini dilerdim. Babam bana pastayı verdi, meyveliydi. Meyveli pasta sevmezdim, hiçbir şey demedim. Pasta alması bile yeterliydi benim için. Sessizce pastadan yerken gözlerim duvardaki saatteydi. On ikiye çok yakındı, uykum vardı ama annemi görmeden uyuyamazdım.

"Ne zaman gelecek?" demiştim. Genelde evimizde yalnız olduğum için kendi kendime konuşurdum, yine öyle olmuştu ya da gerçekten babama o soruyu soracak kadar aptaldım, bilmiyorum. Sadece kelimeler ağzımdan dökülüvermişti.

Babam kara gözlerini bana dikip uzun uzun baktı. Avuç içlerimin ter içinde kaldığını hatırlıyorum hâlâ, sekiz yaşına girmiş olmaktan utanmasan altıma yapacaktım. Babamdan her çocuk kadar korkardım işte, bana kızgın baktığı zamanlar da olmuştu patakladığı zamanlar da. Ancak bu seferki stresimin sebebi gözlerinde gördüğüm öfke veya bana zarar verecek başka bir şey değildi. Acıma. Evet, ilk defa babamın gözlerinde gördüm o acıyan bakışları.

the zoo | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin