Annem beni hızla uyandırmaya çalışıyordu.
"Beatrice, uyan! Gitmemiz gerek." dedi ve odamdan hızlıca çıktı.
Ne olduğunu anlamak için, salona geçtim. Televizyonda haberler açıktı. Tüm yayınlar durdurulmuştu, sadece haber vardı. Dışarıda yoğun bir kargaşa vardı.
Bir anlam veremiyordum...
Annem bir yandan telefonla konuşuyor, bir yandan da çanta hazırlıyordu.
Bana bir çanta fırlattı.
"Tüm gerekli eşyalarını buna koy." dedi
"Bana neler olduğunu açıklar mısın ? İnsanlar neden bu kadar telaşlı? Ne oluyor?" dedim.
"Beatrice şu an zamanı değil.
Derhâl odana ve eşyalarını koy." diyerek koşar adımlarla mutfağa geçti.
Koltuğa oturup, haberlere baktım.
"Bilim adamları Dünya'nın sonunu getiriyordu. Havaya saçılan gazlar insanlarda virüs yaratıyor! Tüm Dünya buldukları sığınaklara girsin! Yağmur yağdığı zaman dikkat etmelisiniz, asit yağmurları gelecek, volkanik dağlar patlayacak, sular bazı yerlerde çekilecek ve bazı yerlerde baskınlar yapacak, bunların sebebi, nükleer santraller patladığında Japonya, Kore, Çin, Amerika, İtalya, İsveç, Almanya gibi ülkelerin aynı anda 6.7 şiddetinde depremler yaşanmasına sebep oldu. Tüm yemekler, içecekler, sağlık ürünlerinizi alıp sığınaklara gidin. Yaklaşık bir saat sonra ekvatora yakın ülkelerde deprem kuzeyde olan ülkelerde ise asit yağmurları başlayacak. İnsanlığın sonu geliyor."-Ne...?
***
Hızla odama geçip, yatağımın yanında şarjda olan telefonumu aldım. Tüm sosyal medya hesaplarında haberden başka bir paylaşım yoktu.
Hızlıca çantamı hazırlamalıydım. Yatağımdan kalkıp çantamı aldım ve içine eşyalarımı koymaya başladım.
Birkaç kıyafet, ilk yardım çantası, taşınılabilir şarj aleti, piller, yemekler ve su şişeleri...
Her şey hazırdı, biraz daha haberlere bakmaya karar verdim. Patlayan volkanik dağların görüntüleri, yanan insanlar... Telefonuma bildirim geldi, ekranın sağ tarafında bir zaman belirlendi.
45 Dakika.
Bu dakika, asit yağmuruna kalan süreydi.
Annem odama girip:
"Hazır mısın?" dedi.
Evet der gibi başımı salladım. Bana sarıldı. "Haberlere baktın mı?" dedi, "Evet." diye mırıldandım.
Bana baktı, yüzümün önüne düşen siyah kahkülümü yüzümden geriye attı. Tekrar sarılıp, bir yandan saçımı okşuyor ve bir yandan da ağlıyordu. Ayağa kalkıp göz yaşlarını sildi.
"Gitmemiz gerek." dedi.
Tam kapıdan çıkacaktım ki, üstümü değiştirmediğimi anladım.
"Bana sadece 5 dakika verebilir misin?"
Gözüyle beni süzdü, evet der gibi başını salladı "Kapının orada seni bekliyorum hızlı ol."dedi.***
Giyinmiştim çantamı alıp, kapıya yöneldim, siyah ayakkabılarımı giyerek annemin yanına indim.
"Hazırsan gidelim artık."dedi.
"Evet, hadi."
...
Hızla arabaya bindik, kemerini taktı.
Arabayı hızlı kullanıyordu.
"Şimdi nereye gideceğiz?"dedim.
"Şehir merkezinin biraz aşağısında Idyllic adlı büyük bir sığınak var, oraya gideceğiz. Fakat şehir merkezinde ki herkes oraya yönelecektir, kısa süreliğine oraya geçeceğiz tamam mı?"dedi.
"T-tamam."
Telefonum çalıyordu, arayan en yakın arkadaşım Octavia idi.
"Alo, Octavia! İyi misin?"
"Evet, evet iyiyim. Hangi sığınağa gideceksiniz, neler oluyor böyle?"
"B-biz Idyllic sığınağına gideceğiz."
Anneme doğru mu dercesine baktım, kafasını sallıyordu.
"Ah Beatrice korktuğumu yapıyorsunuz, merkezde ki tüm sığınaklar doldu. Tüm insanlar kapıda kaldı."
"Ne?"
"Evet! Biz de sığınak arıyoruz. Şimdi ne yapacağız?"
Telefonu göğsüme koydum.
"Anne arabayı durdur."
Hızlıca durdu.
"Ne oldu?"
"Merkezde ki tüm sığınaklar dolmuş."
"Ne?"
"Anne şimdi ne yapacağız?"deyip ağlamaya başladım.
"Hey, hey tatlım ağlama. Bak geçecek her şey geçecek tamam mı?"
Dedi ve yanağımdan öptü.
"Başka bir sığınak biliyor musun?"
"E-evet. Octavia'ya söyle hemen bizim kahve dükkanına gelsin, alt katta ki pek sığınak sayılmasa da depo da saklanabiliriz ayrıca çok da güvenli." Annem oldukça zeki bir kadındı.
"O-octavia!"
Sözümü kesti:
"Her şeyi duydum geliyoruz, bekleyin."
Annem hızla kafeye arabayı sürmeye devam etti. Octavia'nın evi bizden uzaktı, yetişebilecekler miydi?
26 dakika.
"Anne biraz yavaş sürmelisin."
"Kemerini tak Beatrice!"
Haklıydı.